26 Aralık 2009 Cumartesi

Aşk benim hiç Senim olmamış

Varlığınla yokluğun arasında kalmayacağım artık, sadece olmayacaksın. Sensiz kalma ihtimali olmayacak aleyhine kurulmuş cümlelerimin sonunda. Belki birkaç satır arasında unutulacaksın bir müddet sonra. İçimden olmayacak, boş bir kağıdın gölgesine sığınmayacak sana sitemlerim. Hani hep kızardın ya “Konuş konuş konuş” derdin, haykırabilir miyim şimdi korkaklığını. Bıraktığın bu mavi düşleriyle avunan yalnızlığı, artık sahiplenilmeyecek olmanın burukluğunu yaşarken, haykırabilir miyim dersin, susar mıyım, gülüp geçer miyim yoksa …? Aslında alıştırmalıyım kendimi hiç dönmeyecekmişsin, dönülmeyecek bir yerdeymişsin gibi farzetmeli, unutmalı. Seni hiç tanımamış gibi yaşamımı sürdürmeliyim. Var olduğum her yer aşk(ın) şehri olmalı artık, yeniden sevmenin, sevilebilmenin yeri her yer, zamanı yaşanan ve gelecek tüm zamanlar olmalı benim için. Evet, sayfalardan koparıp bir bir savurmalıyım seni yaşanmış tüm zamanlara, uzaklaşan her adımımla hapsetmeliyim bu anılar sokağına. Kopan takvim yaprakları sensiz geçen günleri saymamalı, bende yokluğunun güncesini tutmayı artık bırakmalıyım. Her yeni güne seni getirmedi diye isyan etmemeliyim. Kabullenebilmeli, hazmedebilmeli, aldırmamalı hatta sana hak verebilmeliyim. Bu satırlarla büyümeye başlamalıyım, sırf seni ve çocuklaşan bir aşkı kolayca unutabilmek için. Zira yoksun. Sanki benim hiç senim olmamış, sanki bizi hiç yaşamamışız, sanki aşk denen o hoyrat şarkıyı mırıldanmış ve sonra yarım bırakmışız gibi. Artık yeni bir şarkı söylemenin vakti, Yaşanmışlığına, yitikliğime hiç aldırmadan,Sanki benim hiç senim olmamış gibi…

Her Kuşun eti Yenmez...

"Ey dilber-i rana, ey tesadüf-ü müstesna,o mahrem-i suratınızı görünce size lahza-i kalpten sarsıldım.niyetim acizane-i taciz etmek değil, bilakisefkar-ı umumiyede ufak bir aile bacası tüttürmektir.sözlerim sizi temin ve tatmin edecekse şayetdest-i izdivacınıza talibim.."bayan da der ki;"o mahrem-i suratınıza bir sille-i osmaniye nakşedersem şayetsekte-i kalpten terk-i hayat edersiniz!"

7 Temmuz 2009 Salı

HALEPÇEYE AĞIT :

Kara bir bulut kaynıyor dağların doruklarında yitirdim kendi kendimi çocukların çığlığında anam yeni taramıştı saçlarımın bebeklerini öpücükleri korumamıştı yanaklarında. nazar boncuklarıyla oynadılar yakalarında gülüştüler birbirleriyle oy delal gözlerin karlı dağdır kederli bakıyorum bügün dünyaya uzun gurbet yolculuğunda görüyorum üzerimdeki bakışları vedalaşmak geliyor içimden tanısam tanımasam insanları ısırmak geliyor içimdeki hasreti. hücresiz aç bir mahpus gibi kovalarken ekmeğin kokusunu kokulu bir duygunun brandalı esiriyim halepçe meydanında yargılanıyorum sokakların derin sesizliğinde dağların heybetli duruşunda yediklerde ıslık çalan mermi sesleriydi bir zamanlar hıçkırık tutan tüfeğimin çifte namlusuydu belimde öten mazlum insanların anlamsız bakışları arasında yargılanıyorum yargısız mahkemesiz. yangın içindeydi yangın bir ateş kitlesi patladı yanı başımda kızgın bir demir parçası yapıştı anlımın orta yerine. genç kızlar taze gelinler düştü acı bir çığlık içinde ateşle kanla barut kokusu karıştı birbirine.at kişlemeleri yakıyor ortalığı alev alev yanıyor halepçe meydanı yanıyor paramparça elleri kolları kafa tasları serpilmiş bebeklerin beyinleri sokak ortalarında nerede bu cihanın melekleri nerede yavrum nerede yavrumun göz bebekleri söyleyin bana kimin fermanıdır işte bize halepçe denen buz tutmuş şarkılarının mayın tarlalarında oturdum dağların eteklerinde seyrettim 5 bin kişinin mezarını pus içinde gülom ağladım göneşin huzurunda güneşte zaten ağlıyordu huzurumda.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Dönmeyecek Birini Bekleyenler!

Derin bir iç çekti kadın, serin bir yaz akşamında, camın kenarından uzaklara bakarken. Hiç dönmeyecek birini bekliyordu. Aynı anda başka bir şehirde, beklendiğini unutmuş bir adam, sonsuz gibi duran karanlık denizi seyrediyordu.

Dönmeyecek Birini Bekleyenler!

Şimdi aralarına büyük mesafeler girmiş bu iki yürek, kısa zaman önce sadece birbirleri için çarpıyordu. Biraz daha dayanabilseler, bugün üç yılı bitirmiş olacaklardı. Gözü hep telefondaydı kadının, her arayanı sevdiği adam sanıyor, kalbi hızla çarpıyordu. Vakit geçtikçe umudunu kaybetti. Bir gün daha dönmeyecek birini bekleyerek sona ermişti ve kim bilir ne zaman geçecekti içindeki bu yararsız umut?

Bu yazıyı okuyan kaç çift göz, geçmişte bir yola saplanıp kalmıştır? Bir pencere kenarından, gece demeden, gündüzü görmeden bekleyip durmuş kaç yürek vardır? Ve hala kaçı beklemektedir? Bu yüzden caddeye bakan evleri sevmem ben. O yoldan beklenen hariç herkes gelip geçer. Köşeyi dönen bütün yabancılar, bir an için özlenen kişiye benzerler. Yüzleri seçilmese de uzaktan, boyları, endamı, yürüyüşleri andırır. İnsanın midesine kramplar girer o anda, bir tebessümlü heyecan yerleşir yüzüne, sadece birkaç saniye, geldiğini zannedip sevinir bekleyen. Oysa ne demiştir Yahya Kemal Beyatlı şiirinde: “ Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, çok seneler geçti, dönen yok seferinden..”

Beklemek zaten zor eylemdir ama dönmeyecek birini beklemek nafile bir çabadan öteye gidememiştir hiç. Sevdanın asaletine ne kadar yakışıyor olsa da, bir yaşamı törpülemektir yararsız bekleyişler.

Beklemek, zarif bir ruha, büyük gönüllere yakışır elbette. Kendinden vazgeçerek, soyunarak üstünlüğünden ve egosunu kırarak bekler insan. Kim bilir kaç tohum filizlenir, serpilir, büyür, çiçek açar o zaman aralığında? Uzun bekleyişlere sabrederken, kendisi bekleyiş olur bazen kişinin. Gerçekten sadece bir ümit, bir kavuşmanın sarılma anına bağlı hayallerle mi böylesine inatçı durabilir insanoğlu? Beklemek kadar ısrar ve inatla yapılan başka kaç eylem vardır ki?

Bazen kabullenmek gerekir, dönmeyecek birini beklemek, bir çeşit intihar gibidir. Giden, sevildiği kalbi terk etmeyi seçtiyse, geri gelişi bekleyene daha büyük yaralar açacak demektir.

Her şeye rağmen, yaşamın içinden bir lezzettir beklemek, yüreği bükerek eğiten, sabrı öğreten, ruhu geliştiren bir zaman yolculuğudur; eğer bekleyişi hayatın kendisi haline getirmemişse insan…

27 Haziran 2009 Cumartesi

Sen artık gelsen sevgili !!!

Bunca yorgunluğun üstüne biraz durup dinlenmek istiyor kalbim. Bir omuza yaslayıp başımı, azıcık soluklanmak, hatta bir ömür boyunca güçlü görünmek adına tuttuğum gözyaşlarımı kollarında serbest bırakmak.
Kalbimin Sana İhtiyacı Var Sevdiğim!

İstediklerim aslında o kadar basit ki, belki de bana öyle geliyor. Yaşadığım sıkıntıları üstüne atmak değil derdim. Tam da tersi, bütün hepsini unutmak için sana koşmak istiyorum. Yangın yerine dönen şu kalbimi, aşkınla söndürmem gerek.
Öyle uykusuzum ki gecelerdir, bilemezsin. Sensizliğin parçalayan ağırlığından olsa gerek, sürekli uyandığım huzursuz uykulardan, bedenim yorgun düşüyor. Sen gelsen, kafamı koyar koymaz dalıp gideceğim mutlu bir gecenin özlemini çekiyorum.
Gittiğin her yerde izini sürerek, senin için delice, acınası bir hasretle ardından koşarak, hep bekleyerek, hep özleyerek geçiyor vakit. Ellerimizden kayıp giden şu zamanın geri dönüşü de yok üstelik, bundandır kavuşma telaşım.
Hayatımı şöyle bir gözden geçiriyorum, ne kadar çok ertelediğim umut var. Seni ertelenmişler listesine koymak istemiyorum. Ne varsa yaşanılacak, tadını çıkarsak! Bir filmi izleyip gülsek mesela, patlamış mısır kokusu eşliğinde. Aşkı kıskıvrak yakaladığımız geceleri çoğaltıp, kendimizi sıyırsak bu dünyanın tüm gürültüsünden, olmaz mı?
Bazen aklının içine girmek istiyorum. Ne düşündüğünü bilmek, yüreğinin içine sızarak, ne hissettiğini anlamak ve ne öğrendiysem bugüne kadar, hepsini unutarak, seninle yeniden başlamak ihtiyacındayım.
Aklım, ruhum sende takılı kalmışken, gündelik hayata uyum sağlamak da zor aslında. Dostların kahve sohbetleri, bir film karesi, el ele yürüyen bir çift, gördüğüm her ne varsa, kaçışlarıma daha çok itiyor beni.
Gün olur da usanırsa kalbim, bu uzun ve hiç bitmeyecek bekleyişlerden diye korkuyorum. Senden ayrılmak dert değil, kapatırız bir gece yarısı telefonları, kendimizi bitiririz birbirimizde. Sonra ne olur? Aklım ayrılığı kabullense de, başka bir ten tenime değdiğinde, yüreğim yine ihanet sayar bir yabancının gözlerime bakan gözlerini. Sana ait olmaktan vazgeçmem için, kalbimin bunu kabullenmesi gerekir, yoksa mantığım bitti diye çığlık atsın, ne fayda? Senin adını söylersem sevişirken, gittiğim yerde bir kitap görür ve seni aramak istersem ya da en sevdiğim şarkı çaldığında aklıma yine sen gelirsen, gerçekten senden ayrılmış sayılır mıyım?
Sevdiğim, serin bir yaz gecesinin ortasında gelsen, hiç haberim olmadan, ansızın çalsan kapıyı, karşımda seni görünce gözlerim ışıldasa, sessiz bir çığlık atsam içimden, dakikalar boyunca sarılıp kalsak o kapının önünde. Balkonda bir güzel masa kursam, yanına da bir küçük duble koysam hasrete yakışır diye; sonra sen anlatsan yokluğunda neler yaptığını, ben gözlerinin içinde kaybolarak dinlesem. Ellerimiz kenetlense birbirine, hatta vücudumuz, sabaha kadar sarmaş dolaş uyusak yalnız rüyalara inat. Sen artık gelsen sevgili çünkü bu kalbin sana ihtiyacı var….

26 Haziran 2009 Cuma

Bir zamanlar!!!

(13:13) Şüphe"başlangıçt:

ne içtin

(13:19) Bana derler Külh:

bosver

(13:19) Bana derler Külh:

sen git hade

(13:13) Şüphe"başlangıçt:

gitcem zaten

(13:13) Şüphe"başlangıçt:

kovmana gerek yok


(13:13) Şüphe"başlangıçt:

bir gün sessiz sedasız herkesin hayatından çekip gidicem o zman çok ararsınız beni

(13:13) Şüphe"başlangıçt:

bir semiha vardı dersiniz

(13:13) Şüphe"başlangıçt:

jackson kadar üzülmezsin belki ama olsun

(13:19) Bana derler Külh:

efet jackson severdim çünkü semiha kadar içten ve kararlıydı

(13:19) Bana derler Külh:

efet bir zamanlar bir semiha vardı kararlı ve içten

(13:19) Bana derler Külh:

biraz utangac birazda nazlı

(13:19) Bana derler Külh:

ama sempatik ve sevecandı

(13:19) Bana derler Külh:

delikanlı sogukanlı idi

(13:19) Bana derler Külh:

cömert ve güvenilir

(13:19) Bana derler Külh:

haklısın bir zamanlar semiha vardı

(13:19) Bana derler Külh:

işte o zamanlardan kalan semiha yukarıda anlattıgımdı

(13:19) Bana derler Külh:

nedense semiha artık eskisi deil

(13:19) Bana derler Külh:

ben öle görüyormusum

(13:19) Bana derler Külh:

eski semi sanmısım ama yanılmısım, yanıtlmıslar benı

(13:19) Bana derler Külh:

efet gitmene uzulmucem neden mi cunku ben eski semiyi kaybettigimde cok üzülmüştüm

(13:19) Bana derler Külh:

senın için 3 hafta olabilir ama benim için o 3 hafta bir ömür bir alem gibi geldi

(13:19) Bana derler Külh:

tığ gibiyim demişim

(13:19) Bana derler Külh:

neden mi kalıbımdan dolayı deil

(13:19) Bana derler Külh:

içimdeki iyi niyetten diyorum

(13:19) Bana derler Külh:

efet TIĞ gibiyim isteyen anladıgını anlasın ama anlatmak istedigim herzman ve heryerde benim içimde kalacaktır.

(13:19) Bana derler Külh:

paylasmanın ne kadar kötü oldugu bir zamanda yasıyoruz

(13:19) Bana derler Külh:

bilgi ve duygu paylasmak yalan olmus bu devirde

(13:19) Bana derler Külh:

neyse sen git

(13:19) Bana derler Külh:

kolay gelsin

(13:19) Bana derler Külh:

bilgi ve duygu paylasmak yalan olmus bu devirde

(13:19) Bana derler Külh:

neyse sen git

(13:19) Bana derler Külh:

kolay gelsin

(13:13) Şüphe"başlangıçt:

ay sonu yoğunsundur sen

(13:13) Şüphe"başlangıçt:

işine bak alakoymayayım seni işinden

11 Haziran 2009 Perşembe

Beyazlar içinde bir gerçek olacak,

Beni düşündüğünde Özlemin bir damla umut oluyorsa duman gözlerinde Sakın umudunu kağıt bir mendille slip çöpe atma! Gün gelecek ; Acılarınla büyüttüğün sevda çiçeğin tomurcuklanacak Güneş bir başka doğacak ve yağmurlar umutla yağacak Ve sana söz tomurcuk çiçek açtığında yanında olacağım, İşte o zaman hayallerin pembe bir düşten ziyade, Beyazlar içinde bir gerçek olacak, Umudunu hasretıine yenik düşürme sakın Mutluluk bizimi mutluluk yakın

23 Mayıs 2009 Cumartesi

o dil nelere kadir

bir HAYIR diemecek kadar aciz

benimle Cıkarmısın diyemecek kadar aptal

senı sevmeye basladım diyemecek kadar ALcak

Seninle bir yolda yürüyelimmi diyemieyecek kadar Basit

Senın gülüşlerini ortak olmak için elimden geleni yaparım diyemeyecek kadar Utangac

işte o dil insanı ipe kadar götürür

işte o dil hayatımdaki hasretliklere sebeb olan dil

işte o dil kendime olan guvenimi kaybetmemi saglayan d

işte o dil beni benden eden baskalarına can bırakan dil

işte o dil kalbımın sahibini bulan ama sahibisin diyemeyen dil

ve o dil hayatımın en gusel insanını anlatan dil

ve işte o dil karsımdakinin begenısını toplayan dil

işte o dil senı sevıyorum diyen dil

Ve hep gene o dil karsıdakini sseven dil

yaa dmek istedigim şu dil nelere kadarmiş


..S.E.m.i...

12 Mayıs 2009 Salı

Aşkın Tarifi Budur...

O’nu hatırladıkta başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz... Ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz... ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin... O’nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O’nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain... sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor, O’ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa, ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa... dünyanın en güzel yeri O’nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse... hayat O’nunla güzel ve onsuz müptezelse... elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O’nun yüzü pembeyse, kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar... her şiirde anlatılan O’ysa... her filmin kahramanı O... her roman O’ndan söz ediyor, her çiçek O’nu açıyorsa... bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor ve gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa, iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa... iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa... eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O’nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız... mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O’na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız... kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü... özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu... hem kimseler duymasın, hem cümlealem bilsin istiyorsanız... O’nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse... ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse... gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de; bunca tavır, onca sabır ve nihayetsiz kahır hep O’nun yüzü suyu hürmetine... uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa... dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa, nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız... kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim... gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa... Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız, sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla... ...o halde yarın sizin gününüz!.. "Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

8 Mayıs 2009 Cuma

Annem - Destan


Dertlerin bitmedi be guzel annem
O guzelim gozlerin gulmedi be canim annem
Aglama sen kiyamam goz yasina dayanamam
Bir sen gul guzel annem

Yanarim ellerini tutamam saclarina dokunamam
Seni bir kir cicegi gibi koklayamam sevemem
Kaderin oyunu bu annem bir daha geri donemem
Yavrunu sarmadinmi guzel annem

Doya doya bagrina basmadinmi garib annem
Aglama sen kiyamam goz yasina dayanamam
Bir sen gul guzel annem

Yanarim ellerini tutamam
Saclarina dokunamam
Seni bir kir cicegi gibi koklayamam sevemem
Kaderin oyunu bu annem bir daha geri donemem

30 Nisan 2009 Perşembe

Ben senı hiç sevmedim ki :D

Ben seni hiç sevmedum ki
yorgun aksamlarda pişirdigimiz hamsileri savdum.
bir baluğa gülmeni bir balıga benzemeni sevdim..
bir de palamutları sevdum
eylül aksamlarında gözlerine dikildim.
ben senı hıc sevmedım ki
Beni yola kodugunda gidip hamsi avlamayı sevdum.
Oltaları sevdim beni tuttugunda
ağlamayı sevdum hamsileri yaktıgında
yalnız oldugumu anladıgımda balıkhaneyi gezmeyi sevdum
hamsi bulamayı sever gib sevdum sensizligi
karadenizce cıvılı gibi özledim temmuz günesinde sesını
içinde de levrek ki geceleri sabriye gibi sevdum senı sevdugımı .

ha ben senı hiç sevmedim ki:
baluklara sarkılar üretmeni sevdum
palamutla konusmanı
nisanı hatırlatmanı
baharın güselligni hamsi mevsimi oldugunu
düştügüm zaman kanayan yanlarımı ve tuhaflıgımı ufledıgın zaman .

balık satan usakları yenı cıkan oyunları
her oltayı attıgımda tuttugum kefalları sevdum
denize düşmüş hamsi gibi düştüm ateşe
ben palamutu sevdum
yedigum zaman nahberlesştigi :D


Hamsinin üstüne
Palamutun üstüne
kefalın üstüne
levrek in üstüne
istavritin üstüne
sarsunyanın ustune
dokundugun dorıgın ustune
karidesin üstüne
midyenin üstüne
bindigim takanın üstüne
senin üstüne hep senin üstüne
hepsinin üstüne
yemin ederim....
ben senı hiç sevmedum ki :D


Ben sevdummi temel gibi severim
ben sevdummi He uli :D

27 Nisan 2009 Pazartesi

Yine de bir hayalim var...

Yine de bir hayalim var...

Her iki tarafın da şartları konuyor masaya; "hassasiyetlerden" kaynaklanan kırmızı çizgileri. Bu çizgiler, bir araya gelindiğinde belki de hiç olmadığı kadar "kızarıyor".
Her iki taraf da hem kendisinin hesabını hem de karşı tarafın hesabını açıkça konuşmuyor, yokmuş gibi yapıyor.
Her iki taraf da karnından konuşuyor; şifreli konuşmalar arasında karşılıklı söylenen sözün özü ve gerçekliği kaybediliyor.
Her iki taraf da hiç itiraf etmiyor, ama tam tersini söyledikleri anlarda bile birbirine hiç güvenmiyorlar.
Her iki taraf da Kürt meselesi üzerine yapılan aydın toplantılarında bile "resmi görüşlerini" karşıklı açıklarken hakikatler fısıltılarla geçen kahve aralarına bırakılıyor. Milliyetçilik eleştirisinin yapıldığı toplantılarda bile her iki taraf da birbirinin "ötekisi" oluyor.
Her iki taraf da birbirini hakikaten merak etmiyor. Merak ederek nezaketsizlik yapmaktan korkuyor belki, belki önkabullerle hareket etmek konforlu bulunuyor. Çıkmazlarını, yetersizliklerini, isteklerini ifade etmekten kaçınan taraflar birbirine bir oyun oynuyor.
Her iki taraf da, aslında, yalnız başına kazanmak istiyor...
Türkler, Kürt karşıtlığı üzerinden emperyalizm eleştirisi yapıyor; Kürtler Türk karşıtlığı üzerinden sömürü eleştirisi. Nereye kadar?
Türk Kürdü görünce daha çok Türk, Kürt Türk'ü görünce daha çok Kürt oluyor. Politika bir insan ilişkisidir; gerçek insan ilişkileri kurulmuyor.
Bu anlattıklarım, Kürt ve Türk siyaseti üzerine yıllar içinde edindiğim gözlemlerimdir.
Ve benim yine de bir hayalim var. Daha önce gerçekleşmiş ve yeniden gerçekleşebileceğine inandığım bir hayal.
Ama önce bir soru sorayım:
Kürt meselesi üzerine yazıp çizen, en aşırı milliyetçisinden en "siviline" kadar kaç aydın Kürtçe "Merhaba" demeyi, "Seni seviyorum" demeyi biliyor? Bu memlekette boyacı çocuklar bile iki-üç dilde "Seni seviyorum" diyebilir ama o esmer, boyacı çocukların ana dilinde bunu söylemeyi kaçımız biliyoruz? Meraklısına söyleyeyim:
"Ez te hasdıkım"Önemsiz mi göründü? Niye önemsiz görünüyor biliyor musunuz? Çünkü en aşağıdakinden en yukarıdakine kadar her iki tarafta da büyük bir çoğunluk aslında birbiriyle "diplomatik" bir ilişki kuruyor. O diplomatik ilişkilerde de "Seni seviyorum" demeye hiç gerek olmuyor.
Ve benim yine de bir hayalim var. İnsanı, insanlığı ezen bütün sistemlere ve politikalara karşı beraber, dik ve yanyana durabilmek. Yoksulluğa karşı yoksulların kim olduklarına bakmadan açlıklarını gidermek için beraber olması. Anayasa'nın darbecilerin yargılanmasını engelleyen 15. maddesini değiştirmek için beraber olmak. Sendikaların, üniversitelerin, partilerin özgür ve haysiyetli çalışmasını hep birlikte sağlamak. İslamofaşizmin insanları ve memleketi tektipleştirmesine karşı beraber direnmek.
İnsani düzeyde de birbirini merak etsin istiyorum insanlar. Kürtler şu yemeği nasıl yapıyor, Türkler zeytinyağlıları nasıl pişiriyor(!)? Hakkârililer düğünlerde sabahtan başlayıp akşama kadar çay için nasıl durmadan halay çekiyor, İzmirliler cenazelerde nasıl davranıyor? Böyle şeyler işte. Çünkü insanlar artık bu ülkede birbirini merak etmeye bile korkuyor.
Merak edince öğreneceklerinden, öğrenince yumuşamaktan, yumuşayınca birlikte olmak istemekten korkuyor. Ama birlikte olmayınca birlikte politika yapılmıyor.
Ve yine de benim bir hayalim var...

ece temelkuran (milliyet gazetesi)

15 Nisan 2009 Çarşamba

Sana Bakmak!!!

SANA BAKMAK



Herşey yapılabilir

Bir beyaz kağıtla

Uçak örneğin, uçurtma mesela.

Altına konulabilir

Bir ayağı ötekinden kısa olduğu için

Sallanan bir masanın.

Veya şiir yazılabilir

Süresi ötekilerden kısa

Bir ömür üzerine..



Bir beyaz kağıda

Herşey yazılabilir,

Senin dışında..

Güzelliğine benzetme bulmak zor,

Sen iyisimi sana benzemeye çalışan

Herşeyden:

Bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor.

Belki tabiattadır çaresi

Senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin..

Ve benim

Bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim..

Anlarım bitkiden filan

Ama anlatamam

Toprağın güneşle konuşmasını

Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla



Sen bana ışık ver yeter

Bende filiz çok..

Köklerim içimde gizlidir

Gelen giden, açan soran, bere budak yok

Bir şiir istersin

"içinde benzetmeler" olan

Kusura bakma sevgilim

Heybemde sana benzeyecek kadar

Güzel birşey yok



Uzun bir yoldan gelen

Tedariksiz, katıksız bir yolcuyum

Yaralı yarasız sevdalardan geçtim

Koynumda bir beyaz kağıt boşluğu

Herşeyi anlattım..

Olan olmayan, acıtan sancıtan..

Bilsem ki sana varmak içindi

Bütün mola sancıları

Bütün stabilize arkadaşlıklar

Daha hızlı koşardım

Severadım gelirdim

Gözlerinin mercan maviliğine..



Sana bakmak

Suya bakmaktır..

Sana bakmak

Bir mucizeyi anlamaktır..



Sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır

Aşk sorgusunda şahanem

Yalnız kelepçeler sanıktır

Ne yazsam olmuyor

Çünkü bilenler hatırlar..

Hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar

Bahçıvan değil tüccarlardır

Sen öyle göz,

Sen öyle toprak ve güneş ortaklığı

Sen teninde cennet kayganlığı iken,

Sana şiir yazmak ahmaklıktır..



Bir tek söz kalır

Dişlerimin arasından

Ben sana gülüm derim

Gülün ömrü uzamaya başlar



Verdiğim bütün sözler

Sende kalsın isterim

Ben sana gülüm derim

Gül sana benzediği için ölümsüz..

Yazdığım bütün şiirler

Sana başlayan bir kitap için önsöz



Sana bakmak

Bir beyaz kağıda bakmaktır.

Her şey olmaya hazır

sana bakmak

suya bakmaktır..

gördüğün suretten utanmak..

sana bakmak

bütün rastlantıları reddedip

bir mucizeyi anlamaktır..

sana bakmak

Allah’a inanmaktır.


Yılmaz ERDOĞAN...

5 Nisan 2009 Pazar

Aşk

Aşk
Başından büyük bir aşk geçmemiş her kadın için, bu bir eksikliktir;
Başından büyük bir aşk geçmiş her erkek için ise, bu bir fazlalıktır.
Erkeğin hayatında belki bir aşka yer vardır. Kadının ise aşkında belki bir hayata...

Erkekler deli gibi aşık olurlar, zamanla akıllanırlar. Kadınlar ise akıllı gibi aşık olurlar, zamanla delirirler. Aşk, kadını ve erkeği farklı etkiler. Aşık olan kadının gözünde başka hiçbir şeyin değeri kalmaz. Aşık olan erkeğin gözünde ise herşey yeniden değerlenir. Çünkü aşık kadın "nasıl olsa bitecek" sezgisi ile hareket eder.. Aşık erkek ise "nasıl olsa sonsuza dek sürecek" yanılgısıyla... Aşık kadınlar bu yüzden hep endişeli ve huzursuzdurlar; Aşık erkekler ise melekler gibi dingin ve aptallar gibi bön. Aşık olmak erkeğe yakışır. Kadına asla. Kadına yakışan sadece aşktır.

Aşksız bir erkek kendini kölesiz bir efendi gibi hisseder, Aşksız bir kadın ise efendisiz bir köle. Kadın ne ister? Ne mi ister? Hepsini ister. Ve aynı anda.

Peki erkekler ne ister? Hem sevgili karıları hem de haremleri olsun isterler. Peki neden korkarlar? Hem karısız hem de haremsiz kalmaktan korkarlar. Kadın erkeğinin kendisine kul köle olmasını ister; olunca da ondan nefret eder. Erkek ise kadının kendisine köle olmasını istemez; olunca da onu sever. Bir erkek kadından bıktığı için onu terk eder; Bir kadın ise erkeğinden sıkıldığı için. Arada çok önemli bir fark var. Bir erkek doyduğu için kadınından bıkar. Bir kadın ise doyamadığı için erkeğinden sıkılır. Kadın terk edildiği ve aldatıldığı zamanlarda, bir de boşanırken hiç tereddüt etmez. Kararlı, şuurlu ve son derece akıllı biçimde bütün strateji ve nokta hücumu taktikleriyle delirir. Delilik, kadınların aklıdır.. Ve sadece bu özellikleri bile, onların erkeklerden daha üstün kabul edilmeleri için yeterli bir sebeptir.
Kadınlar, sezgileriyle her şeyi bilirler. Erkekler ise akıllarıyla hiçbir şeyi bilemezler...
Kadınlar her şeyi görürler. Göremediklerini duyarlar. Duyamadıklarını ise sezerler.

Dişilik yalnız algı kapılarını değil, bütün telepati, sezgi, altıncı his ve üçüncü göz kapılarını açan, Mescaline, Psilosibin kadar güçlü bir iksirdir.Kadınların sezgileri o kadar olağanüstüdür ki, onları erkeklerden çok daha üstün saymamak için hiçbir neden yok. Sezgi de neymiş mi dediniz? Aklın eli, kolu, gözü, kulağı ve burnudur. Aklın dürbünü, pusulası ve radarıdır. Şahini ve tazısıdır. Kapanı, tuzağı ve oltasıdır. Sezgi en kurnaz avcıdır. Sezgi olmasa ne bilim, ne felsefe, ne sanat olurdu. Akıl mı? Akıl sezginin uşağıdır. O kadar.. Sezgileri yerine bilgileri ile hareket eden bilgiç kadınlar kadar itici yaratıklar düşünemem. Akıllıları ve kültürlüleri ise itici değillerdir, ama sıkıcı olurlar çoğu zaman. Kadına en çok yarayan ne akıl, ne bilgi, ne de kültürdür. İnce ve şuh bir zekadır...

23 Mart 2009 Pazartesi

Ağlatma Beni

Nasıl böylesine rahatsın ki,
Sanki hiçbişey olmamış gibi
Yıllar boyu ümitsizce,
Seni bekledim, geldinmi ki?


Bir gün olsun kapımı çalıp,
Halim nedir,sordunmu ki?
*Çek ellerini ellerimden!
Çek gözlerini gözlerimden!

Bunca yıldır yokluluğunda,
Alıştım ben yalnızlığa
İçimde bir çok sey kırıldı
Çok geç artık, dönme bana!

*Hayır hayır boşuna yalvarma,
İnanmıyorum sana!
Hayır hayır gözyaşına da hayır
İnanmiyorum sana!

Hayır, hayır, yüzbin kere hayır,
Aci çektirme bana!
Hayır, hayır, yüzbin kere hayır,
İnanmıyorum sana!

*Sen hiçbir zaman dost olmadın
Hiç, hiçbir zaman destek olmadın
Yillarca hep sustum ama,
Bir tek sey istiyorum senden:

alıntıdır..

Onurlu bir yabancı gibi,
Lütfen artik, cik git bu evden

17 Mart 2009 Salı

papatya falı :)

Günlerden bir gün, evrenin bir noktasında, küçük bir tırtıl gözlerini hayata açmış.
Doğal içgüdüleri ile hemen beslenmeye başlamış. Ne bulursa yemiş. Bir süre sonra, yeterince büyüdüğünde, kendine güvenli bir yer bulup, bir koza örmeye başlamış.
Bu kozanın içinde geçirdiği uzunca bir sürenin sonunda da, rengarenk kanatlı bir kelebek olup çıkmış.
Minik kelebek, uçabiliyor olmanın da verdiği mutlulukla uçmaya başlamış.
Dağlar tepeler aşmı ş, ormanın her yerini dolaşmış. Derken bir vadiye gelmiş. Rengarenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye.
Etrafına şaşkın şaşkın bakarken,vadinin öbür ucunda bir papatya görmüş.
Bir anda afallamış. Ne düşüneceğini,ne yapacağını bilememiş.
İçinden "Ne muhteşem bir çiçek" diye geçirmiş.
Ve vakit kaybetmeden yüzlerce renkli, hoş kokulu çiçeğin üzerinden geçip doğruca onun yanında almış soluğu.
"Merhaba" demiş papatyaya, "Sizi uzaktan gördüm ve yanınıza gelmek istedim."
Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve "Merhaba" demiş, "Ben de yalnızlıktan sıkılmıştım zaten."
Ve konuşmaya başlamışlar. Kelebek ona hayat hikayesini, nerede dünyaya geldiğini, geçtiği ormanı, tepeleri anlatmış.
Papatya da ona kendinden bahsetmiş. Birbirlerinden gerçekten hoşlanmışlar. Kelebek bütün zamanını papatyayla geçirmiş.
Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler.
Gündüz olunca kelebek, kanatlarıyla papatyayı güneşin yakıcı ışınlarından korumuş.
Minik kelebek papatyayı çok sevmiş. O kadar çok sevmiş ki, bir türlü onun yanından ayrılamamış.
Papatyanın da onu sevip sevmediğini merak ediyormuş.
Ama cesaret edip de bunu papatyaya söyleyememiş bir türlü. Onu kırmaktan, incitmekten, bu yüzden kaybetmekten korkmuş.
Papatya da kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş sevgisini.
Duygularının karşılığının olmayacağından, bu yüzden kelebeği kaybedeceğinden korkmuş.
Böylece iki sevgili yan yana, ama sevgilerini paylaşmadan sürekli sohbet etmişler.Böylece saatler saatleri kovalamış.

Günler geçip de, kelebek artık zamanı kalmadığını, gücünün tükendiğini anlayınca, papatyaya dönmüş ve
"Üzgünüm, ama senden ayrılmam gerekecek" demiş.

Papatya buna bir anlam verememiş. "Neden" demiş. "Yoksa benim yanımda mutsuz musun?" "Hayır," demiş kelebek.

Bilakis, sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü sadece üç gündür.
Ve ben de ömrümü tamamladım. Artık kelebeklerin hiç ölmediği bir yere gitmeliyim.

Papatya bu duruma çok üzülmüş. Ama yapacak bir şey yokmuş zaten.

Kelebek artık hiç gücünün kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark ettiğinde, son bir gayretle papatyaya "Seni seviyorum" diyebilmiş ancak.

Papatya donakalmış. Sadece "Ben de..." diyebilmiş kelebeğin arkasından.

Ardından da gözyaşlarına boğulmuş. İçinden "Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim. Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim." diye geçirmiş.

Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış.

Bir süre sonra yaprakları önce solmuş, sonra da dökülmeye başlamış.

Her düşen yaprakta papatya, içinden "Seviyormuş" diye geçirmiş.

İşte o günden beri, bunu bilen aşıklar, sevgililerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş.


Seviyor Mu, Sevmiyor Mu diye...

17 Şubat 2009 Salı

Ayrılık Zor zanaat!!

Senden sonra hiç acım olmadı
Ne deliliğim kaldı sevdadan yana ne de aşka inancım bir damla
Oysa ben seni severken hiç acı çekmemiştim
Ne olduysa, sen beni sevince oldu
Bir zaman varlığını arzulayan gönlüm
Yeri geldi yokluğunu aradı durdu
Yazık, sevilme süreni kendin kısalttın
Artık dönmesen de olur
Hem sen, yokken daha güzeldin
Hem sen, varlığında tanıdığım sen değildin
Yine sevilirdin bu kadar
İnan dönüşüne bağlı değildi sevdamın ağırlığı
Yokluğuna ve imkansızlığına direnmek,
Herşeyden daha anlamlıydı
Eğer dönmeseydin, ne yapar ne eder gözlerini tedarik ederdim biryerlerden
Elini en karanlıklarda bulup tutardım
En azından oyuncağıyla oynayan çocuk gibi kırmadan, kırılmadan
Kendi kendime severdim seni,
Artık dönmesende olur,

Herşeyin ikincisi yenilgidir,
Her dönüş ispatıdır biraz da kaybetmişliğin
Maluptur ileriye bakamayan
Bakamaz ki bir türlü pişmanlığından
Onu tutar geride bıraktığı her neyse
Daha da bağlanır ardında kalana
Terkedilen çabuk büyür, hüzün kalana düşsede
Pişmanlık hep gidenin payına
Ayrılık zor zanaat, kimse yüzde yüz gülemez
Kimse yüzde yüz gidemez
Giden dönüyorsa, sevdiğinden değil kaybettiğindendir
Ve aradığını bulamadığından
Dönene kapıyı açmayın
Sevseydi o, gitmezdi hiç bir zaman
İşte bu yüzden dönene kapılarınızı birdaha asla açmayın

Ve sen
Gelme
O kapı hiç açılmayacak sana
Eski rüzgarların sözü geçmez terkettikleri dağlara
Geceye yeni şiirler gerek, gemiye yeni fırtına
Her eylüle başka yağmur
Kalana taze baharlar lazım
Ve gidene biraz yürek
Kaçanlar pişman şimdi
Kalanlar, sevmeye devam edecek.

Şimdi biz ayrıldık ya
Birkaç gün sendeleyerek yürürüm
Ayağım takılsa da düşmem
Yine doğrulurum biliyorum,

Yaşadığım tüm aşkların üzerine yemin ediyorum

Ben artık senden vazgeçiyorum.....

15 Şubat 2009 Pazar

14 şubat Günü !!!

Sanırım Önemli bir gün idi 14 şubat ama Bu önemli günün en güsel tarafı ise önemli birinin sesini duyduktan sonra önemli günün önemini öğrendim..
Gerçekten Sesini Duymak Herşeyden Daha Güseldi...

14 Şubat 2009 Cumartesi

Türk Olmak!!!

Aslında çok şeydir, Türk olmak.

Türk olmak, Osmanlı'nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi. Kosova'da ve Bosna'da, Batı Trakya'da ve Makedonya'da bilmem kaç asır geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.
Türk olmak Kıbrıs'ta, Hocalı'da, Anadolu'da ve Balkanlar'da soykırıma uğrayıp, yapmadığın
soykırımla suçlanmaktır. Türk olmak faşist olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıktığınca. Türk olmak demokrat ve çağdaş olmaktır, vatanına, yurduna, tarihine sahip çıkmadığınca.
Türk olmak lisanının Avrupa'da yasaklanmasıdır ve yine Türk olmak kendini anlatamamaktır.
Avrupa'da hor görülmek Türk olmaktır, ataların bir sürü asır önce Viyana'yı kuşattığı için ve hoş görülmemektir, sadece kuşatıp; Napolyon gibi bütün Viyana'yı yakmadığın için.
Türk olmak Selanik'te Pontus Anıtı'nın, Viyana'da çiğnenen yeniçeri minberinin ve Malta'da papazın üzerine bastığı Türk bayrağı heykelinin önünden geçmektir.
Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir. Üç kıtadan dönüp, bir küçük yarımadada misafir muamelesi görmektir. Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır, aynı zamanda sayısız
imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.
Arabaya koşulan ilk atın vatanında, ilk yazılı antlaşmanın imzalandığı yurtta, yazının bulunduğu, paranın icad edildiği her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta, kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.
Türk olmak; Troya'dan bu yana, Sümer'den bu yana serpilerek gelse de, tarihten eski bu topraklarda, bütün zamandan damıtılarak gelen yüksek değerlerine rağmen, bir haftalık hafıza ile yaşamaktır.
Doğu Roma'yı da Batı Roma'yı da yıkıp, yeni Roma olan AB'ye girmeye çalışmaktır Türk olmak. Türk olmak, Mostar'da köprüdür, Kerkük'te kaledir, İstanbul'da Kızkulesi'dir, Anadolu'da buğdaydır, Çukurova'da pamuktur, Ege'de tütün, Karadeniz'de fındık, Trakya'da ayçiçeğidir.
Türk olmak Çanakkale'de ölmektir. Çanakkale'de ölmeden önce düşmana su vermektir, onun yaralısını sırtında kendi hastanene taşımaktır.
Düşmanın ardından rahmet okumak, kanlından helallik almaktır. Sabahları odana rahmet dolsun diye, camı açmaktır. Kar yağdığında kayak yapmayı değil, evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için, kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır. Yağmura rahmet, kara bereket diye bakmaktır.
Türk olmak, harap bir ülkede, zengin ülkelerin müstemlekesini reddedip, tahtadan kılıç ve ipten üzengi ile, paylaşacak ve sahiplenecek tek varlığı fakirlik olmasına rağmen, yedi düvele meydan okumaktır.
Türk olmak askere davul-zurna ile uğurlanmaktır, belki de dönmeyeceğini bilerek. Türk olmak, annenin ardından "bir oğlum daha olsun, onu da göndereceğim" demesidir. Babanın gözyaşlarını tutarak, tabutuna son kez dokunurken "vatan sağ olsun" demesidir.
Türk olmak "Türk çayında radyasyon olmaz" yalanları ile, "gusül abdesti alana aids bulaşmaz" dolanları ile yaşamaktır. Her hükümetin enkaz devraldığı, ama asla ardında enkaz bırakmadığı ülkede olmaktır.
Türk olmak, ecdadın yaşadığı kıtlıktan dolayı, çayın yanında gelen şekerden fazla olanı garsona geri vermektir. Aynı nedenle Türk olmak, yemeği ziyan etmekten korkmaktır. Göz hakkına, diş kirasına saygıdır Türk olmak. Evindeki bir kap aşın yarısını tanrı misafirine vermektir. Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır Türk olmak.
Türk olmak, milli maçta ağlamaktır. Ayhan Işık'a, Belgin Doruk'a aşık olmaktır. Türk olmak, aşkını ölesiye sevmektir. Aşkı için ölmektir, öldürmektir. Sevdiceğinin elini bir tez tutamadan, toprağa girmektir.
En güzel aşk şiirlerini yüreğinde hissetmektir. Eşkıyaya türkü yakmaktır,
Türk olmak. Milletine sövmektir, ama başkasına sövdürmemektir. Türk olmak Yunus'u bilmektir, Aşık Veysel'i sevmektir. Mevlana'yı, Hacı Bektaş-ı Veli'yi ve Hoca Yesevî –tek bir satırını okumasa da- yüreğinde taşımaktır.
Türk olmak, saz çaldığında, ney üflendiğinde, kös dövüldüğünde ve kaval çaldığında, yüreğinin derinlerinde bir sızı sezmektir, bir de Yemen Türküsü'nde...
Hayatın sana verdiklerine "nasip", vermediklerine "kısmet" demektir. Her işin "hayırlısına" inanmaktır ve "feleğe" küfretmektir ve ağlamamak için çok gülmekten çekinmektir.
Türk olmak, Asya'da batılı, Avrupa'da doğulu diye tepki görmektir. Irk sözünü bilmeden yaşamak, yaradılanı Yaradandan ötürü sevmektir.
Magazin programları ile dizilerin arasına sıkışsa da, silkinip üzerindeki ölü toprağını atabilmektir. Türk olmak, mahalle maçı için aynı saatte, on kişi buluşamazken, milyon kişinin bir araya gelmesidir. Tavla oynarken bile kavga ederken, milyon kişinin kavga etmeden gösteri yapabilmesidir.
Türk olmak, buhran zamanında Arjantin'de de mağazalar yağmalanırken, daha ağır buhranda sorumlusuna en ağır cezayı tek bir cam kırmadan seçim sandığında kesmektir.
Türk olmak en zayıf gününde bile dünyaya meydan okumak, en dertli gününde bile her ufunetin bir şafakta biteceğini bilerek tevekkül göstermektir.

Zor iştir Türk olmak. Türk olmak Anadolu'da her düşen yağmur damlasına hamd-etmek, her çıkan başak için şükretmektir. Türk olmak, medeniyetler mezarlığı Anadolu'da dik durabilmektir.

Alıntıdır..!!!

13 Şubat 2009 Cuma

bu güzel günün adına!!! SSSSS:D

Boşluklarda dolanıyordu gönlüm,
Boğazımda düğümleniyordu sözüm,
Seni düşünmekle geçiyordu günüm,
İyi ki tanımışım seni güzel gözlüm.

İlk bakışmamızı hatırlıyorum önce,
Kısa ama derin bakışların vuruyordu gözlerime,
Sevgin akıyordu ruhumun derinliklerine,
İyi ki tanımışım seni, saklamışım yüreğime.

İlk mesajlaşmamızı hatırlıyorum sonra,
Seni bana bağlayan...
Bakışların ardındaki buluşma,
İyi ki tanımışım, kalbi bağlamışım sana.

Dilerim ki bitmesin şu büyük sevgimiz,
Tesadüfen tanışmıştık seninle biz,
Umarım ki beraber geçer günlerimiz,
İyi ki tanımışım seni, kavuşmuş yüreğimiz
__________________

12 Şubat 2009 Perşembe

Sen!!!

O simsayah gözlerinne kadar derinden parlak
Gözlerim gözlerinde titret ışıldayarak
Sen Bahtımın güneşisin ...
Sen kalbimin tek eşisin...
Sen ruhumda sönmeyecek sevda ateşisin....

10 Şubat 2009 Salı

Üşüyorum...!!!>>>>ESRA<<<<

Üşüyorum yine...
Kalbiminde üşüdüğü gibi....
Sarılıyorum yorgana sıcaklık aramak için,
Uzanıyorum yatağıma uyuyup ısınmak için...
Anlıyorumki!! beni asıl ısıtmayan ve uyutmayan kalbimin soğukluğu ile içimdeki fırtına...
Üşüyorum...!!!

Alıntıdır.. Esra Hanımdan :D:D

DAYAN YÜREĞİM DAYAN...!!! >>> ESRA<<<

Bazen...
Nefes almak zor gelirmi insana?
Yüreğinin acısı yakarmı içi?
Durup durup yaş akarmı gözden...?
Evet...
Sözler susar, yürek gözlerden akan yaşla anlatır kendini,
Ne anlattığını bile bilmez sadece AKAR...
Kayıtsız kalır insan bazen dilin susup yüreğin hüküm sürdüğü anlarda,
Yürek o kadar yanar o kadar acırki,dil konuşmaz susar...
Dil yarası ağırdır çünkü taşıcak olan yine bir yürektir...
Dil susuyor ama yürek dayanmıyor susmaya...DAYAN YÜREĞİM DAYAN...!!!

alıntıdır.. ESRA hanımdan:D:D

7 Şubat 2009 Cumartesi

SEnde Mİ HAyatım !!!

Sakın ama sakın
Sakın ağlama benim için
Hatta bir daha gösterme kendini
Yeter ki ağlama.

Her zaman ama her zaman
Her zaman mutlu olacağını söyledim
Hatta her şeyimi feda ederim uğruna
Yeter ki gülümsemen kaybolmasın yüzünden.

Her şeyi ama her şeyi
Her şeyi unuttum artık senden başka
Hatta bazen kendimi bile kaybettim
Yeter ki sen kendine dikkat et, yeter bana.

Hiçbir şey ama hiçbir şey
Hiçbir şey seni görmeme engel değil, olamaz
Hatta hapsetsen bile kendini, kendi dünyana
Yeter ki söyle bana, görmek istermisin sende beni.

Bu seferlik bu kadar hayatım
Ben böyleyim, vazgeçmek istememde
Göremiyorum. kahretsin
Çok istiyorum elimde değil, çok
Yaşayabileceğim en deli belasın sen...

24 Ocak 2009 Cumartesi

Herşey Karşılıklıdır...

Her an yanımda olmasanda!!
Ellerimi Tutup gözlerime bakmasanda,
her an Seni düşünüp sensizliği tatmak ve hayatımda var olduğunu bilmek bile güzel.
Sen en tatlı özlemim yaşanabilecek en güzel aşkın sahibi.
Geceleri son düşündüğüm ve uyandığım zaman da ilk düşündüğümsün!
Sen düşündükçe özlediğim...
Özledikçe daha çok sevdiğim ve sevdikçe varoluşuna şükrettiğim mutluluk sebebimsin.
SENİ ÇOK SEVİYORUM!!!

Gül Yüzlü Güzel!!!




Ne yalnızlığımı benimle paylaşacak
kadar mağrur,

Nede “yalnız rıhtımıma” yanaşacak
kadar yüreklisin.

Hiç bir şey diyen bir cümlenin Ortasına terkedilmiş bir kelimeyim;




Hiç bir şey diyen bir cümlenin
Ortasına terkedilmiş bir kelimeyim;
Öznesiz…

Zamansız…

Zarfsız...

Mektupsuz...

Adressiz...

aşk için çok geç..




Bir askı paylasmak için çok geç..
Bir paylasıma asık olmak içinse erken..
Beni sevda yerimden vurdu yine zaman...
Simdi sana söylenecek tek cümle:
Bende sana yetecek kadar ben kalmadı.

Seni Özledim!!!

Umurunda değilim biliyorum. Hayatında bir ayrıntı bile olamadım. Geçmişin olamamışken, geleceğin olmak istedim.

"Seni özledim
Gittiğim her yerde özlemin var
inanmıyor kalbim sözlerime sensiz
Seni özledim, sensiz her şey değersiz.

Unuttuğum büyük yalan
Gururumdan arta kalan
Sensiz düşman geçen zaman
Seni özledim..."

Bırakıp gitmeyi kolay sanırdım hep, hayatımda seninle birlikte tattığım en-lerimi, mutluluklarımı ve acılarımı unutup yol almaya çalıştım. Ama her seferinde başaramayacağımı göz yaşları içinde uyandığım sabahlarda anladım. Beklerdim geleceğini, gelmeyeceğini bile bile. Öylece durup beklemek; zaman akıp giderken beraberinde umutlarım, umutsuzluklarım, öfkem, sancılarım, aşkım ve kavgalarımla sessizce durup beklemek kolay mıydı?

Gitmeye gücüm yoktu evet ama ya kalmak... Korkuyordum belki de; kaldırabileceğimden fazla acılar çekmekten, geçen yılların kalbimde derin yara izleri bırakmasından....

Kalmakta çare değil farkındaydım, susuyordun çünkü. Suskunluğun boğuyordu beni. Senin için varolmaya çalışırken, zaman geçtikçe biraz daha yok oluyordum. Benim için bir tek sen varken, senin için hep başkaları oluyordu.

"Gittiğin günden beri her gün ikiz sanki. Rakamlar düşüyor takvimlerden, üzerime üzerime. Bıraktığın yerde gel de bul beni. Bana bir gel desen, o yolları hiç geçilmemiş sayarım... Hafızamı kurban eder, aslalardan cayarım. Bir gel desen; sana orucumu bozar, sensizliğe doyarım.

Bana bir gel desen.
Seni özledim.."

Ben hep cevapların peşinden gittim biliyor musun? Sen hayatımdaki tüm soruların yanıtıydın.Ya da bana öyle geliyordu. Cevabı her ıskaladığımda yanlış sorunun peşine takıldığımı düşünür, kızardım. Nedenler o kadar azken ve hiç bir sebep bulamazken seni bu kadar sevmeye; şuçlamaya da hakkım yoktu biliyorum, bu yüzden en çok kendime kızardım.

Oysa tüm sorularımın cevabı belliydi... Kızmak, öfkelenmek, isyan etmek anlamsızdı.

Bana sevdiğini söylerken arkana bir saniye bile bakmadan gidişin hala aklımda. O kararlığın, o döndürülemezliğin. Hani söylerdin ya “Bir insan gitmeyi kafasına koydu mu onu kimse durduramaz”. Bende seni durduramadım. Hayatımda ne varsa alıp gittin. Kaldırabileceğimden çok daha fazla acıyı bana bırakıp gittin.

"Unuttuğum büyük yalan
Gururumdan arta kalan
Sensiz düşman geçen zaman
Seni özledim."

Beklemek!!


Beklemek güzeldir dönecekse eğer beklenen... Özlemek güzeldir özlüyorsa eğer özlenen...

HİÇ BİR ŞEY DİYEN BİR CÜMLENİN ORTASINA TERKEDİLMİŞ BİR KELİMEYİM! ! ! ................................................. Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, Değil mi ki ayaklar altında insan onuru, O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış, Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru, Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene, Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, Seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama.

William Shakespeare

Hasret

Dünyayı buldum gözlerin de
Heyecanım ya Dünya'ya mahkum olduğumdan;
Yada sana hasret.
Hayalin her gece uğrar bedenime
Önce tatlı bir buse oluşturur yanaklarımda
Sonra sağnak..
Ve ardından fırtına..
Hiç gelmediğin bende yine bir fırtınanın peşinden yok olursun.
Yönü belirsiz etkisi kuvvetli rüzgarlar arasında öylece savrulursun.
Kalbim de hangi mevsimi yaşattığını çözemiyorum.
Çünkü her gece farklı şekillerde uğruyorsun
YAZIMSAN GÜNEŞİM OL HER SABAH DOĞ KALBİME,
VE ASLA GECEYİ BEKLEME.
KIŞIMDAN ÖĞLECE KAL OLDUĞUN YERDE;TANIDIĞIM GÜZELLİKTE,
VE ASLA KARLAR ERİMESİN.
SEVDİĞİM BUZDAN DA OLSA AŞKIMI YİTİRMESİN.

Alıştım!!!

Yalvarırım dön

bu kadar mı uzun kilometreler

bu kadar mı uzak yüreğin dokunduğun tene

Benim gönlüm alışkındı

Zamansız gidişlere

Ama alışmamıştı göz yaşlarını kendi

Elleriyle silmeye.

Kalbimdeki yarada merhemde sendin.

Gitmek istemediğini bilirdim

Nasıl olsa dönecektir

Dönünce telafi edecek derdim

Sensizliği aklıma bir kez getirsem on kez kovalardım

Sen olmayınca aldığım nefesi hıçkırıklarımın arasına katar Sensizliğe boğardım..

Alıştım

Acılara

Sabahlara kadar sonu olmayan aşklara ağlamaya

Alıştırdım kendimi

Sensiz kalmaya

Nefesimi kendime saklamaya

Alışamadığım tek şey

Gidişinin dönüşü olmadığını kabullenmekti

Ömür boyu yanımdasın sanmıştım.

Senle esen meltemin rüzgârına,

Her savruluşumdan sonra beni tutup kaldırmana çok alışmıştım.

Ayrılık...

Hatırlayınca içim burkulurdu. Hala daha öyle...


"Günler akıp gidiyor ellerimin arasından; yağmurlar, karlar, güneşler... Tam yaşanılacak yerinde hayatın, araya ayrılıklar, uzaklıklar giriyor, kopuyoruz. Dağlarla çevrili kasaba azmanı bu kentte; zamanın umulmayan savuruculuğuyla, yıllar yılı geliştirdiğim özlemler, gerçek çizgisine oturup, dayanılmaz doruklara uzanıyor. Sonra hep başa dönüyorum...
Ne zaman
şakaklarıma, iki kaşımın arasına bir ağrı saplansa,
akşam olsa, üşüsem, titresem sabahlara kadar, tek başıma gecenin soğuğuna girdiğimde, ya da unuttuğumu sandığım herhangi bir yaz akşamı,
hergün başlayıp biten arkadaşlıkların ortasında,
bir park köşesinde ya da bir sinema koltuğunda kentin uğultusundan kaçarken,
Ne zaman
çocukluğuma sürgün edilsem, içimden ağlamalarımı döküyorum.
Sanki seni bir daha göremeyeceğim.... "

22 Ocak 2009 Perşembe

Gözyaşlarını Tutabilirmisin!!!

Gel desem sana ....
Hiçbir şey sorma,hiçbir şey konuşma,sadece gel...

Gelir misin??

Hadi desem yada..??

Hiçbir şey sormadan yine benimle yürür müsün sonu belirsiz...??
Bakmasan,görmesen,duymasan beni günlerce...Aylarca belki....

Yine beni sever misin?

Gözden ırak olan gönülden uzak olurmuş derler ya..

Yanımda olup uzak olanlardansa,uzakta olup içimde olmayı becerebilir misin??

Aylar sonra,yıllar belki..

´´Seni sevdim..Senden gelen iyi-kötü her şeyi sevdim.Ve hep seveceğim..´´

Diyebilir misin..??

Yanında otururken bile zaman zaman beni deli gibi özleyebilir misin??
Her ayrılışımızda sabaha,bir daha görememek korkusuyla delirir misin?

Her gelen telefonda ´ben´ diye irkilir misin sebepsiz..?
Beni her dakikana taşıyıp yaşamayı becerebilir misin??

Beni ,ben gibi sevebilir misin??
Delirsem bir gün..



´´Aşşkımmm...´´ diye yine sarılabilir misin?
Kapris yapmak istesem...Yapsam hatta şımarıp,kalabalıklarda elimi tutabilir misin?

Hayat bir gün bana oynarsa,maskeleri yırtıp her yerimden,çook çirkin olsam,yine beni görebilir misin??

Ne şart ve konum olursa olsun,göz bebeklerimin hep aynı bakacağını bilebilir misin??

Ya da ben hayatla oynamaya kalkarsam bir gün nefesimden sıkılıp..

Ölsem bir gün,yaşadığın her gün için benimle, ´bir saniyesi için bile pişman değilim´ diyebilir misin?

sen hiç gözyaşlarını tutmaya çalıştın mı??
senin her gün akan her gözyaşınla,çektiin acılarla gurur duydun mu hiç?

Acı çekmek senin hiç hoşuna gittimi??

Ben acı çekmek hoşuma gidermişçesine açardım şarkımızı dinlerdimm

seni göremediğim her güne,her saate,her dk lanet ediorum ve en önmlisi seni gerçekten seviyorum!!

ßoynumun büküklüğü sensiz geçirdiğim her an içindir!
Gözlerimin Altındaki Morluklar ise;uykusuz gecelerimin marifetidir...

21 Ocak 2009 Çarşamba

Dost Dediğin!!

Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile
Seni Sevmeli...
Sarılınacak biri olmadığın zamanlarda bile
Sana sarılmalı....
Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile
Sana Dayanmalı..
Dost dediğin;
fanatik olmalı;
Bütün dünya seni üzdüğünde
Sana moral vermeli,
Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli,
Ve ağladığında, seninle ağlamalı...
Ama hepsinden daha çok;
Dost matematiksel olmalı;
Sevinci çarpmalı...
Üzüntüyü bölmeli...
Geçmişi çıkarmalı...
Yarını toplamalı...
Kalbinin derinliklerinde ihtiyacı hesaplamalı...
Ve her zaman Bütün parçalardan daha büyük olmalı...
İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...
Mevlana

Dudakla Bardak Arasında!!!

Eski Sisam krallarından Ancee adında bir zalim, yeni yaptırdığı bir bağa üzüm kütükleri diktiriyormuş. İşlerin bir an önce bitmesini sağlamak için de kölelerini hiç dinlenmeden çalıştırıyormuş. O zavallı kölelerden biri, birgün pek bitkin düştüğü için dayanamaz ve zalim krala:
- Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz bu bağın üzümlerinden yapılacak şarabı hiçbir zaman içemeyeceksiniz ki !.. deyivermiş.
Kral biraz kızmışsa da sesini çıkarmamış. Nihayet gün gelip üzümler yetiştikten sonra, kral köleler de dâhil herkesin hemen toplanmasını emretmiş. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini emretmiş. Daha önce kehanet gösterisinde bulunan köleyi de huzuruna çağırtmış. Şarap bardağını eline alarak:
- Söyle bakayım, benim bu şaraptan hiçbir zaman içemeyeceğimi tekrar iddia edebilir misin? diye sormuş.
Köle şöyle cevap vermiş:
- Belli olmaz efendim. İçebileceğinizi söyleyemem. Çünkü dudak ile bardak arasındaki mesafe çok uzundur. O arada başınıza neler gelebileceğini de bilemem!
Köle sözlerini bitirir bitirmez, içeri kralın adamlarından biri girmiş. Bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini ve asmaları kırıp döktüğünü söylemiş. Kral elindeki bardaktan bir damla dahi içmeden hemen dışarı fırlamış. Bahçede domuzun bulunduğu yere koşmuş. Kral ve domuz arasında öldüresiye bir mücadele başlamış. Sonunda yaban domuzu mızrak gibi azı dişleriyle, Sisam kralının karnını yarıp ölümüne sebep olmuş. Kral bostanda, bardak masada kalmış... Şu söz bu olayı güzel bir şekilde ifade ediyor:
"Nasip ise gelir Hint'ten Yemen'den, Nasip değil ise ne gelir elden?"
Kalbinize yakın bulduklarınızı çantada keklik sanmayın. Sıkıca asılın onlara tıpkı hayata asıldığınız gibi... Çünkü onlarsız hayat da anlamsızdır.. Hayatı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın. Hayatın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Dün tarih oldu... Yarın bir sır... Bugünün kıymetini bilin. Sevgiyle Kalın .... Can DÜNDAR

susmak bazen en güzel anlatımdır




Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı.
Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken
ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir
çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi.
Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı.
Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım. Önce resim yaparak başladım işe.
Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. 'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!'diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum.
Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım. ' dedi bir gün.
Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım? Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim.
Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş. Bu adam benim herhalde.' dedi. Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.'dedim. O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.'dedi. Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim.
Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya.Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye. Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyorlardı . Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.

Farkında' Olmalı İnsan...Kendisinin, Hayatın Olayların, Gidişatın Farkında Olmalı.

Ömür Dediğin Üç Gündür,

Dün Geldi Geçti

Yarın Meçhuldür,

O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,

O Da Bugündür

Bazen susmak!!!

Susmak…
Her ne kadar susmak konuşmamak, ses çıkarmamak olarak tanımlansa da susmak da konuşmaktır, bir şeyler anlatmaktır, cevap vermektir.
Susan bakışların konuşan yüzü, bakan gözleri neler ifade etmez ki?
Susar, susturulur insanlar!
Neden susar ve hep susturulur ki insanlar?
Susmak… Neden ki?
Bazen susmak dahi çok şey ifade eder.
Bazen susan ağızlara mukabil bakışlar çok anlamlı ve bir ok gibi hedefleri vurur sanki.
Susan ağzın konuşan dilidir, suskunluklar. Duyguların dilidir yüzler ve gözler!
Susmak…
Susmak çok şeyi ifade etmek, belki de saatlerce konuşmaktır.
Bazen susmak en güzel ifadeyi meramdır.
Bazen susmak dahi duyguları ifade etmektir.
Bazen susmak en güzel bir cevaptır.
Bazen susmak dil-i candır.
Bazen susmak sayfalar dolusu yazılarla ifade edemediklerimizi bir bakışla konuşmaktır, anlatmaktır.
Susmak sessiz hücreleri canlandırmaktır.
Susmak çoğu zaman içten içe ağlamaktır.
Susmak sabrın arkadaşıdır, susmak belki de kadere rızadır.
Bazen susmak kızgınlığın, isyanın da bir başka şekilde ifadesidir.
Bazen psikolojik…
Bazen kendini dinlemek, bazen anlayana en büyük azaptır susmak.
Bazen susmak haksızlıklara karşı verilen cevaptır.
Bazen de ahmaklara verilen en güzel cevaptır susmak.
Bazen susmak mutedil bir tavır sergilemektir. Ama susmak korkaklığın, kabuğuna çekilmenin ifadesi değildir.
Hani susma hakkımı kullanıyorum denilir ya! İşte o bir cevap olarak hakkını en güzel bir şekilde kullanmaktır aslında.
Bazen sanki dünya dışından insanları izlemek için kuşandığımız bir zırhtır susmak. Bu zırhla önce kendinizi, sonra da insanları incelersiniz, yapılan hatalar karşısında kim bilir ne kadar şanslı olduğunuzu düşünürsünüz. Çünkü kendini aşan Siz, onların cafcaflı yalan dünyalarının dar vakitleri içerisinde, menfaatler için aslında ne kadar küçülerek değiştiklerini; iyiden, güzelden, doğrudan ve değerlerden ne kadar uzaklaştıklarını görerek halinize, gerçek anlamda insani hasletlerdeki olgunluğunuzdaki kazanımları fark edersiniz.
Susmak zoru başarmak, hissiyata, bencilliğe gem vurmaktır, çözümdür, bazen bir moladır. Sonra mola sona erer ve kaldığınız yerden koşturmaya başlarsınız, ta bir sonraki molaya kadar…
Yürü, koş ve yavaşla! Sonra yine hayat aynı şeyleri tekrarlatsın. Ve arada verdiğiniz molalar sizin hızınızı arttırsın, sizi geliştirip, yüceltsin. Siz, susarak cevap verin. Susarken de kendinize iyi davranarak kalpleri kazanıp gönüllerde büyüyün hep. Yani kalıcı güzelliklerde insanlığın doruk noktasında güzel manzaralar seyredin.
Susuyorum, susuyorum… Susmak da…

Susmak Bazen

Susmak Bazen


Susmak bazen terk etmektir
Yitirmeye korktuğun
İncinir diye sarılamadığın
Sevişmek değil öpmeye kıyamadığın
Uzadıkça bölük pörçük olan sevdaları
Susmak bazen terk etmektir

Gel diyememek
Her kışın sonunda yaz
Her yazın sonunda bir kış olduğunu bilerek
Gidenlerden usanmıştır yürek
Aldırmaz belki insan “giden gider” der
Giden gider denir denmesine de
Sevince denmiyor işte
Gidince canını yollarına serdiğin
Can bedenden gitmişcesine
Ölücesine susmaktır
Gel diyememek
Susmak bazen kendini terk etmektir

Şimdi avuçlarımda en parlak yıldız
Söktüm aldım gökten
Bir baktım
Bir kokladım
Ama öpmeye kıyamadım
Öylece baka kaldım
Rümeysa denirmiş en parlak yıldıza
Bende ona öyle dedim
İncinir diye sarılamadım
Adına rümeysa dedim
Tezhiple süsledim dört bir yanını
Uzamasın diye bu sevda sustum
Yüreğime sakladım canımı yakanı
Susmak bazen hıçkıra hıçkıra ağlamaktır
Susmak bazen rümeysa olmaktır

Susmak bazen kendinle barışmaktır
Susmak bazen kendinle konuşmayı öğrenmektir.
Susmak bazen sevilmeyi beklemektir
Susmak bazen susmayı öğrenmektir…

BAĞLANMIYACAKSIN

BAĞLANMIYACAKSIN

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
"O olmazsa yaşayamam." demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de
korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
"O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin...
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait
olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...

CAN YUCEL

10 Ocak 2009 Cumartesi

KADIN NEDİR?

KADIN NEDİR?

Element : Kadın Sembolü WO

Atom ağırlığı : 53,6 kg olarak kabul edilmiş olup, 40 kg' dan 200 kg' a kadar değişik çeşitleri de bulunmaktadır.

Bulunduğu yerler: Dünya gezegenindeki tüm kent ve kırsal alanlarda.

Fiziksel özellikleri:

1. Yüzeyi renkli film tabakasıyla kaplıdır.

2. Değişik sıcaklıklarda kaynar.

3. Bilinen bir sebep olmaksızın donar.

4. Özel ilgi gördüğünde erir.

5. Doğru olmayan kullanımlarda ısırır.

6. İşlenmemiş metalden sıradan maden filizine kadar pek çok halde bulunur.

7. Doğru noktalara basınç uygulandığında ürün verir.


Kimyasal özellikleri:

1. Altın, gümüş, platin ve kıymetli diğer taşlarla büyük akrabalığı vardır.

2. Büyük miktarlarda pahalı maddeleri absorblayabilir.

3. Bir belirti göstermeksizin kendiliğinden patlayabilir.

4. Sebepsiz yere çıkıp gidebilir.

5. Likitlerde çözünmez, fakat alkolle doyurulduğunda aktivitesi büyük oranda artar.

6. Bilinen en güçlü servet indirgeyici ajandır.


Genel Kullanım Alanları:

1. Genelde süs olarak.

2. Rahatlatmada büyük yardımı olabilir.

3. Çok etkili bir temizleme ajanı olarak.


Testler:

1. Saf numunesi doğal halde bulunduğunda rengi parlak pembeye döner.

2. Daha iyi bir numunesi ile kıyaslandığında rengi yeşile döner.


Potansiyel Tehlikeleri:

1. Tecrübesiz ellerde çok tehlikelidir.

2. Birden fazlasıyla ilgilenmek yasal olmadığı halde, değişik mekanlardan ve birbirleriyle direkt temasa gelmelerini engelleyecek önlemleri alarak bu yapılabilir.


Sonuç olarak:

Başlangıçta Tanrı dünyayı yarattı ve dinlendi. Daha sonra erkeği yarattı ve dinlendi. Ve sonra kadını yarattı. O gün bugündür ne Tanrı, ne de erkek dinlenebildi.

4 Ocak 2009 Pazar

Mehmet - TŞK

‘M’ ahvetti aşkın beni birdenbire girdin hayatıma

‘E’ tkisindeyim hala gözlerinin hastası oldum o bakışlarına

‘H’ ala yanıbaşımda hayalin şuan yanımda olmasanda

‘M’ utluyum hemde cok yetmese bile mısralarım sana

‘E’ bediyen seninle olmak istiyorum hayatımdan hiç çıkma

‘T’ ıpkı küçük masum bi çocuk gibiyim suan keşke bu hiç kaybolmasa