Ben seni hiç sevmedum ki
yorgun aksamlarda pişirdigimiz hamsileri savdum.
bir baluğa gülmeni bir balıga benzemeni sevdim..
bir de palamutları sevdum
eylül aksamlarında gözlerine dikildim.
ben senı hıc sevmedım ki
Beni yola kodugunda gidip hamsi avlamayı sevdum.
Oltaları sevdim beni tuttugunda
ağlamayı sevdum hamsileri yaktıgında
yalnız oldugumu anladıgımda balıkhaneyi gezmeyi sevdum
hamsi bulamayı sever gib sevdum sensizligi
karadenizce cıvılı gibi özledim temmuz günesinde sesını
içinde de levrek ki geceleri sabriye gibi sevdum senı sevdugımı .
ha ben senı hiç sevmedim ki:
baluklara sarkılar üretmeni sevdum
palamutla konusmanı
nisanı hatırlatmanı
baharın güselligni hamsi mevsimi oldugunu
düştügüm zaman kanayan yanlarımı ve tuhaflıgımı ufledıgın zaman .
balık satan usakları yenı cıkan oyunları
her oltayı attıgımda tuttugum kefalları sevdum
denize düşmüş hamsi gibi düştüm ateşe
ben palamutu sevdum
yedigum zaman nahberlesştigi :D
Hamsinin üstüne
Palamutun üstüne
kefalın üstüne
levrek in üstüne
istavritin üstüne
sarsunyanın ustune
dokundugun dorıgın ustune
karidesin üstüne
midyenin üstüne
bindigim takanın üstüne
senin üstüne hep senin üstüne
hepsinin üstüne
yemin ederim....
ben senı hiç sevmedum ki :D
Ben sevdummi temel gibi severim
ben sevdummi He uli :D
Can dostlarımın hikayelerini dinlemeyi özledim, onlara birşeyler danışmayı, Yüksel'le dışarıda sigara içmeyi, Serkan’in odasına uğrayıp laf etmeyi, şikayetlenmeyi özledim. Mustafa ile La git demeyi özledim, tabii ki Umut ile şakalasmayı özledim, ayrıca FUAT a feyyayi demeyi özledim ,okulda saçmalamayı özledim.
30 Nisan 2009 Perşembe
27 Nisan 2009 Pazartesi
Yine de bir hayalim var...
Yine de bir hayalim var...
Her iki tarafın da şartları konuyor masaya; "hassasiyetlerden" kaynaklanan kırmızı çizgileri. Bu çizgiler, bir araya gelindiğinde belki de hiç olmadığı kadar "kızarıyor".
Her iki taraf da hem kendisinin hesabını hem de karşı tarafın hesabını açıkça konuşmuyor, yokmuş gibi yapıyor.
Her iki taraf da karnından konuşuyor; şifreli konuşmalar arasında karşılıklı söylenen sözün özü ve gerçekliği kaybediliyor.
Her iki taraf da hiç itiraf etmiyor, ama tam tersini söyledikleri anlarda bile birbirine hiç güvenmiyorlar.
Her iki taraf da Kürt meselesi üzerine yapılan aydın toplantılarında bile "resmi görüşlerini" karşıklı açıklarken hakikatler fısıltılarla geçen kahve aralarına bırakılıyor. Milliyetçilik eleştirisinin yapıldığı toplantılarda bile her iki taraf da birbirinin "ötekisi" oluyor.
Her iki taraf da birbirini hakikaten merak etmiyor. Merak ederek nezaketsizlik yapmaktan korkuyor belki, belki önkabullerle hareket etmek konforlu bulunuyor. Çıkmazlarını, yetersizliklerini, isteklerini ifade etmekten kaçınan taraflar birbirine bir oyun oynuyor.
Her iki taraf da, aslında, yalnız başına kazanmak istiyor...
Türkler, Kürt karşıtlığı üzerinden emperyalizm eleştirisi yapıyor; Kürtler Türk karşıtlığı üzerinden sömürü eleştirisi. Nereye kadar?
Türk Kürdü görünce daha çok Türk, Kürt Türk'ü görünce daha çok Kürt oluyor. Politika bir insan ilişkisidir; gerçek insan ilişkileri kurulmuyor.
Bu anlattıklarım, Kürt ve Türk siyaseti üzerine yıllar içinde edindiğim gözlemlerimdir.
Ve benim yine de bir hayalim var. Daha önce gerçekleşmiş ve yeniden gerçekleşebileceğine inandığım bir hayal.
Ama önce bir soru sorayım:
Kürt meselesi üzerine yazıp çizen, en aşırı milliyetçisinden en "siviline" kadar kaç aydın Kürtçe "Merhaba" demeyi, "Seni seviyorum" demeyi biliyor? Bu memlekette boyacı çocuklar bile iki-üç dilde "Seni seviyorum" diyebilir ama o esmer, boyacı çocukların ana dilinde bunu söylemeyi kaçımız biliyoruz? Meraklısına söyleyeyim:
"Ez te hasdıkım"Önemsiz mi göründü? Niye önemsiz görünüyor biliyor musunuz? Çünkü en aşağıdakinden en yukarıdakine kadar her iki tarafta da büyük bir çoğunluk aslında birbiriyle "diplomatik" bir ilişki kuruyor. O diplomatik ilişkilerde de "Seni seviyorum" demeye hiç gerek olmuyor.
Ve benim yine de bir hayalim var. İnsanı, insanlığı ezen bütün sistemlere ve politikalara karşı beraber, dik ve yanyana durabilmek. Yoksulluğa karşı yoksulların kim olduklarına bakmadan açlıklarını gidermek için beraber olması. Anayasa'nın darbecilerin yargılanmasını engelleyen 15. maddesini değiştirmek için beraber olmak. Sendikaların, üniversitelerin, partilerin özgür ve haysiyetli çalışmasını hep birlikte sağlamak. İslamofaşizmin insanları ve memleketi tektipleştirmesine karşı beraber direnmek.
İnsani düzeyde de birbirini merak etsin istiyorum insanlar. Kürtler şu yemeği nasıl yapıyor, Türkler zeytinyağlıları nasıl pişiriyor(!)? Hakkârililer düğünlerde sabahtan başlayıp akşama kadar çay için nasıl durmadan halay çekiyor, İzmirliler cenazelerde nasıl davranıyor? Böyle şeyler işte. Çünkü insanlar artık bu ülkede birbirini merak etmeye bile korkuyor.
Merak edince öğreneceklerinden, öğrenince yumuşamaktan, yumuşayınca birlikte olmak istemekten korkuyor. Ama birlikte olmayınca birlikte politika yapılmıyor.
Ve yine de benim bir hayalim var...
ece temelkuran (milliyet gazetesi)
Her iki tarafın da şartları konuyor masaya; "hassasiyetlerden" kaynaklanan kırmızı çizgileri. Bu çizgiler, bir araya gelindiğinde belki de hiç olmadığı kadar "kızarıyor".
Her iki taraf da hem kendisinin hesabını hem de karşı tarafın hesabını açıkça konuşmuyor, yokmuş gibi yapıyor.
Her iki taraf da karnından konuşuyor; şifreli konuşmalar arasında karşılıklı söylenen sözün özü ve gerçekliği kaybediliyor.
Her iki taraf da hiç itiraf etmiyor, ama tam tersini söyledikleri anlarda bile birbirine hiç güvenmiyorlar.
Her iki taraf da Kürt meselesi üzerine yapılan aydın toplantılarında bile "resmi görüşlerini" karşıklı açıklarken hakikatler fısıltılarla geçen kahve aralarına bırakılıyor. Milliyetçilik eleştirisinin yapıldığı toplantılarda bile her iki taraf da birbirinin "ötekisi" oluyor.
Her iki taraf da birbirini hakikaten merak etmiyor. Merak ederek nezaketsizlik yapmaktan korkuyor belki, belki önkabullerle hareket etmek konforlu bulunuyor. Çıkmazlarını, yetersizliklerini, isteklerini ifade etmekten kaçınan taraflar birbirine bir oyun oynuyor.
Her iki taraf da, aslında, yalnız başına kazanmak istiyor...
Türkler, Kürt karşıtlığı üzerinden emperyalizm eleştirisi yapıyor; Kürtler Türk karşıtlığı üzerinden sömürü eleştirisi. Nereye kadar?
Türk Kürdü görünce daha çok Türk, Kürt Türk'ü görünce daha çok Kürt oluyor. Politika bir insan ilişkisidir; gerçek insan ilişkileri kurulmuyor.
Bu anlattıklarım, Kürt ve Türk siyaseti üzerine yıllar içinde edindiğim gözlemlerimdir.
Ve benim yine de bir hayalim var. Daha önce gerçekleşmiş ve yeniden gerçekleşebileceğine inandığım bir hayal.
Ama önce bir soru sorayım:
Kürt meselesi üzerine yazıp çizen, en aşırı milliyetçisinden en "siviline" kadar kaç aydın Kürtçe "Merhaba" demeyi, "Seni seviyorum" demeyi biliyor? Bu memlekette boyacı çocuklar bile iki-üç dilde "Seni seviyorum" diyebilir ama o esmer, boyacı çocukların ana dilinde bunu söylemeyi kaçımız biliyoruz? Meraklısına söyleyeyim:
"Ez te hasdıkım"Önemsiz mi göründü? Niye önemsiz görünüyor biliyor musunuz? Çünkü en aşağıdakinden en yukarıdakine kadar her iki tarafta da büyük bir çoğunluk aslında birbiriyle "diplomatik" bir ilişki kuruyor. O diplomatik ilişkilerde de "Seni seviyorum" demeye hiç gerek olmuyor.
Ve benim yine de bir hayalim var. İnsanı, insanlığı ezen bütün sistemlere ve politikalara karşı beraber, dik ve yanyana durabilmek. Yoksulluğa karşı yoksulların kim olduklarına bakmadan açlıklarını gidermek için beraber olması. Anayasa'nın darbecilerin yargılanmasını engelleyen 15. maddesini değiştirmek için beraber olmak. Sendikaların, üniversitelerin, partilerin özgür ve haysiyetli çalışmasını hep birlikte sağlamak. İslamofaşizmin insanları ve memleketi tektipleştirmesine karşı beraber direnmek.
İnsani düzeyde de birbirini merak etsin istiyorum insanlar. Kürtler şu yemeği nasıl yapıyor, Türkler zeytinyağlıları nasıl pişiriyor(!)? Hakkârililer düğünlerde sabahtan başlayıp akşama kadar çay için nasıl durmadan halay çekiyor, İzmirliler cenazelerde nasıl davranıyor? Böyle şeyler işte. Çünkü insanlar artık bu ülkede birbirini merak etmeye bile korkuyor.
Merak edince öğreneceklerinden, öğrenince yumuşamaktan, yumuşayınca birlikte olmak istemekten korkuyor. Ama birlikte olmayınca birlikte politika yapılmıyor.
Ve yine de benim bir hayalim var...
ece temelkuran (milliyet gazetesi)
15 Nisan 2009 Çarşamba
Sana Bakmak!!!
SANA BAKMAK
Herşey yapılabilir
Bir beyaz kağıtla
Uçak örneğin, uçurtma mesela.
Altına konulabilir
Bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
Sallanan bir masanın.
Veya şiir yazılabilir
Süresi ötekilerden kısa
Bir ömür üzerine..
Bir beyaz kağıda
Herşey yazılabilir,
Senin dışında..
Güzelliğine benzetme bulmak zor,
Sen iyisimi sana benzemeye çalışan
Herşeyden:
Bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor.
Belki tabiattadır çaresi
Senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin..
Ve benim
Bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim..
Anlarım bitkiden filan
Ama anlatamam
Toprağın güneşle konuşmasını
Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
Sen bana ışık ver yeter
Bende filiz çok..
Köklerim içimde gizlidir
Gelen giden, açan soran, bere budak yok
Bir şiir istersin
"içinde benzetmeler" olan
Kusura bakma sevgilim
Heybemde sana benzeyecek kadar
Güzel birşey yok
Uzun bir yoldan gelen
Tedariksiz, katıksız bir yolcuyum
Yaralı yarasız sevdalardan geçtim
Koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
Herşeyi anlattım..
Olan olmayan, acıtan sancıtan..
Bilsem ki sana varmak içindi
Bütün mola sancıları
Bütün stabilize arkadaşlıklar
Daha hızlı koşardım
Severadım gelirdim
Gözlerinin mercan maviliğine..
Sana bakmak
Suya bakmaktır..
Sana bakmak
Bir mucizeyi anlamaktır..
Sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
Aşk sorgusunda şahanem
Yalnız kelepçeler sanıktır
Ne yazsam olmuyor
Çünkü bilenler hatırlar..
Hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
Bahçıvan değil tüccarlardır
Sen öyle göz,
Sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
Sen teninde cennet kayganlığı iken,
Sana şiir yazmak ahmaklıktır..
Bir tek söz kalır
Dişlerimin arasından
Ben sana gülüm derim
Gülün ömrü uzamaya başlar
Verdiğim bütün sözler
Sende kalsın isterim
Ben sana gülüm derim
Gül sana benzediği için ölümsüz..
Yazdığım bütün şiirler
Sana başlayan bir kitap için önsöz
Sana bakmak
Bir beyaz kağıda bakmaktır.
Her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır..
gördüğün suretten utanmak..
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır..
sana bakmak
Allah’a inanmaktır.
Yılmaz ERDOĞAN...
Herşey yapılabilir
Bir beyaz kağıtla
Uçak örneğin, uçurtma mesela.
Altına konulabilir
Bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
Sallanan bir masanın.
Veya şiir yazılabilir
Süresi ötekilerden kısa
Bir ömür üzerine..
Bir beyaz kağıda
Herşey yazılabilir,
Senin dışında..
Güzelliğine benzetme bulmak zor,
Sen iyisimi sana benzemeye çalışan
Herşeyden:
Bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor.
Belki tabiattadır çaresi
Senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin..
Ve benim
Bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim..
Anlarım bitkiden filan
Ama anlatamam
Toprağın güneşle konuşmasını
Sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla
Sen bana ışık ver yeter
Bende filiz çok..
Köklerim içimde gizlidir
Gelen giden, açan soran, bere budak yok
Bir şiir istersin
"içinde benzetmeler" olan
Kusura bakma sevgilim
Heybemde sana benzeyecek kadar
Güzel birşey yok
Uzun bir yoldan gelen
Tedariksiz, katıksız bir yolcuyum
Yaralı yarasız sevdalardan geçtim
Koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
Herşeyi anlattım..
Olan olmayan, acıtan sancıtan..
Bilsem ki sana varmak içindi
Bütün mola sancıları
Bütün stabilize arkadaşlıklar
Daha hızlı koşardım
Severadım gelirdim
Gözlerinin mercan maviliğine..
Sana bakmak
Suya bakmaktır..
Sana bakmak
Bir mucizeyi anlamaktır..
Sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
Aşk sorgusunda şahanem
Yalnız kelepçeler sanıktır
Ne yazsam olmuyor
Çünkü bilenler hatırlar..
Hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
Bahçıvan değil tüccarlardır
Sen öyle göz,
Sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
Sen teninde cennet kayganlığı iken,
Sana şiir yazmak ahmaklıktır..
Bir tek söz kalır
Dişlerimin arasından
Ben sana gülüm derim
Gülün ömrü uzamaya başlar
Verdiğim bütün sözler
Sende kalsın isterim
Ben sana gülüm derim
Gül sana benzediği için ölümsüz..
Yazdığım bütün şiirler
Sana başlayan bir kitap için önsöz
Sana bakmak
Bir beyaz kağıda bakmaktır.
Her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır..
gördüğün suretten utanmak..
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır..
sana bakmak
Allah’a inanmaktır.
Yılmaz ERDOĞAN...
5 Nisan 2009 Pazar
Aşk
Aşk
Başından büyük bir aşk geçmemiş her kadın için, bu bir eksikliktir;
Başından büyük bir aşk geçmiş her erkek için ise, bu bir fazlalıktır.
Erkeğin hayatında belki bir aşka yer vardır. Kadının ise aşkında belki bir hayata...
Erkekler deli gibi aşık olurlar, zamanla akıllanırlar. Kadınlar ise akıllı gibi aşık olurlar, zamanla delirirler. Aşk, kadını ve erkeği farklı etkiler. Aşık olan kadının gözünde başka hiçbir şeyin değeri kalmaz. Aşık olan erkeğin gözünde ise herşey yeniden değerlenir. Çünkü aşık kadın "nasıl olsa bitecek" sezgisi ile hareket eder.. Aşık erkek ise "nasıl olsa sonsuza dek sürecek" yanılgısıyla... Aşık kadınlar bu yüzden hep endişeli ve huzursuzdurlar; Aşık erkekler ise melekler gibi dingin ve aptallar gibi bön. Aşık olmak erkeğe yakışır. Kadına asla. Kadına yakışan sadece aşktır.
Aşksız bir erkek kendini kölesiz bir efendi gibi hisseder, Aşksız bir kadın ise efendisiz bir köle. Kadın ne ister? Ne mi ister? Hepsini ister. Ve aynı anda.
Peki erkekler ne ister? Hem sevgili karıları hem de haremleri olsun isterler. Peki neden korkarlar? Hem karısız hem de haremsiz kalmaktan korkarlar. Kadın erkeğinin kendisine kul köle olmasını ister; olunca da ondan nefret eder. Erkek ise kadının kendisine köle olmasını istemez; olunca da onu sever. Bir erkek kadından bıktığı için onu terk eder; Bir kadın ise erkeğinden sıkıldığı için. Arada çok önemli bir fark var. Bir erkek doyduğu için kadınından bıkar. Bir kadın ise doyamadığı için erkeğinden sıkılır. Kadın terk edildiği ve aldatıldığı zamanlarda, bir de boşanırken hiç tereddüt etmez. Kararlı, şuurlu ve son derece akıllı biçimde bütün strateji ve nokta hücumu taktikleriyle delirir. Delilik, kadınların aklıdır.. Ve sadece bu özellikleri bile, onların erkeklerden daha üstün kabul edilmeleri için yeterli bir sebeptir.
Kadınlar, sezgileriyle her şeyi bilirler. Erkekler ise akıllarıyla hiçbir şeyi bilemezler...
Kadınlar her şeyi görürler. Göremediklerini duyarlar. Duyamadıklarını ise sezerler.
Dişilik yalnız algı kapılarını değil, bütün telepati, sezgi, altıncı his ve üçüncü göz kapılarını açan, Mescaline, Psilosibin kadar güçlü bir iksirdir.Kadınların sezgileri o kadar olağanüstüdür ki, onları erkeklerden çok daha üstün saymamak için hiçbir neden yok. Sezgi de neymiş mi dediniz? Aklın eli, kolu, gözü, kulağı ve burnudur. Aklın dürbünü, pusulası ve radarıdır. Şahini ve tazısıdır. Kapanı, tuzağı ve oltasıdır. Sezgi en kurnaz avcıdır. Sezgi olmasa ne bilim, ne felsefe, ne sanat olurdu. Akıl mı? Akıl sezginin uşağıdır. O kadar.. Sezgileri yerine bilgileri ile hareket eden bilgiç kadınlar kadar itici yaratıklar düşünemem. Akıllıları ve kültürlüleri ise itici değillerdir, ama sıkıcı olurlar çoğu zaman. Kadına en çok yarayan ne akıl, ne bilgi, ne de kültürdür. İnce ve şuh bir zekadır...
Başından büyük bir aşk geçmemiş her kadın için, bu bir eksikliktir;
Başından büyük bir aşk geçmiş her erkek için ise, bu bir fazlalıktır.
Erkeğin hayatında belki bir aşka yer vardır. Kadının ise aşkında belki bir hayata...
Erkekler deli gibi aşık olurlar, zamanla akıllanırlar. Kadınlar ise akıllı gibi aşık olurlar, zamanla delirirler. Aşk, kadını ve erkeği farklı etkiler. Aşık olan kadının gözünde başka hiçbir şeyin değeri kalmaz. Aşık olan erkeğin gözünde ise herşey yeniden değerlenir. Çünkü aşık kadın "nasıl olsa bitecek" sezgisi ile hareket eder.. Aşık erkek ise "nasıl olsa sonsuza dek sürecek" yanılgısıyla... Aşık kadınlar bu yüzden hep endişeli ve huzursuzdurlar; Aşık erkekler ise melekler gibi dingin ve aptallar gibi bön. Aşık olmak erkeğe yakışır. Kadına asla. Kadına yakışan sadece aşktır.
Aşksız bir erkek kendini kölesiz bir efendi gibi hisseder, Aşksız bir kadın ise efendisiz bir köle. Kadın ne ister? Ne mi ister? Hepsini ister. Ve aynı anda.
Peki erkekler ne ister? Hem sevgili karıları hem de haremleri olsun isterler. Peki neden korkarlar? Hem karısız hem de haremsiz kalmaktan korkarlar. Kadın erkeğinin kendisine kul köle olmasını ister; olunca da ondan nefret eder. Erkek ise kadının kendisine köle olmasını istemez; olunca da onu sever. Bir erkek kadından bıktığı için onu terk eder; Bir kadın ise erkeğinden sıkıldığı için. Arada çok önemli bir fark var. Bir erkek doyduğu için kadınından bıkar. Bir kadın ise doyamadığı için erkeğinden sıkılır. Kadın terk edildiği ve aldatıldığı zamanlarda, bir de boşanırken hiç tereddüt etmez. Kararlı, şuurlu ve son derece akıllı biçimde bütün strateji ve nokta hücumu taktikleriyle delirir. Delilik, kadınların aklıdır.. Ve sadece bu özellikleri bile, onların erkeklerden daha üstün kabul edilmeleri için yeterli bir sebeptir.
Kadınlar, sezgileriyle her şeyi bilirler. Erkekler ise akıllarıyla hiçbir şeyi bilemezler...
Kadınlar her şeyi görürler. Göremediklerini duyarlar. Duyamadıklarını ise sezerler.
Dişilik yalnız algı kapılarını değil, bütün telepati, sezgi, altıncı his ve üçüncü göz kapılarını açan, Mescaline, Psilosibin kadar güçlü bir iksirdir.Kadınların sezgileri o kadar olağanüstüdür ki, onları erkeklerden çok daha üstün saymamak için hiçbir neden yok. Sezgi de neymiş mi dediniz? Aklın eli, kolu, gözü, kulağı ve burnudur. Aklın dürbünü, pusulası ve radarıdır. Şahini ve tazısıdır. Kapanı, tuzağı ve oltasıdır. Sezgi en kurnaz avcıdır. Sezgi olmasa ne bilim, ne felsefe, ne sanat olurdu. Akıl mı? Akıl sezginin uşağıdır. O kadar.. Sezgileri yerine bilgileri ile hareket eden bilgiç kadınlar kadar itici yaratıklar düşünemem. Akıllıları ve kültürlüleri ise itici değillerdir, ama sıkıcı olurlar çoğu zaman. Kadına en çok yarayan ne akıl, ne bilgi, ne de kültürdür. İnce ve şuh bir zekadır...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)