7 Temmuz 2009 Salı

HALEPÇEYE AĞIT :

Kara bir bulut kaynıyor dağların doruklarında yitirdim kendi kendimi çocukların çığlığında anam yeni taramıştı saçlarımın bebeklerini öpücükleri korumamıştı yanaklarında. nazar boncuklarıyla oynadılar yakalarında gülüştüler birbirleriyle oy delal gözlerin karlı dağdır kederli bakıyorum bügün dünyaya uzun gurbet yolculuğunda görüyorum üzerimdeki bakışları vedalaşmak geliyor içimden tanısam tanımasam insanları ısırmak geliyor içimdeki hasreti. hücresiz aç bir mahpus gibi kovalarken ekmeğin kokusunu kokulu bir duygunun brandalı esiriyim halepçe meydanında yargılanıyorum sokakların derin sesizliğinde dağların heybetli duruşunda yediklerde ıslık çalan mermi sesleriydi bir zamanlar hıçkırık tutan tüfeğimin çifte namlusuydu belimde öten mazlum insanların anlamsız bakışları arasında yargılanıyorum yargısız mahkemesiz. yangın içindeydi yangın bir ateş kitlesi patladı yanı başımda kızgın bir demir parçası yapıştı anlımın orta yerine. genç kızlar taze gelinler düştü acı bir çığlık içinde ateşle kanla barut kokusu karıştı birbirine.at kişlemeleri yakıyor ortalığı alev alev yanıyor halepçe meydanı yanıyor paramparça elleri kolları kafa tasları serpilmiş bebeklerin beyinleri sokak ortalarında nerede bu cihanın melekleri nerede yavrum nerede yavrumun göz bebekleri söyleyin bana kimin fermanıdır işte bize halepçe denen buz tutmuş şarkılarının mayın tarlalarında oturdum dağların eteklerinde seyrettim 5 bin kişinin mezarını pus içinde gülom ağladım göneşin huzurunda güneşte zaten ağlıyordu huzurumda.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Dönmeyecek Birini Bekleyenler!

Derin bir iç çekti kadın, serin bir yaz akşamında, camın kenarından uzaklara bakarken. Hiç dönmeyecek birini bekliyordu. Aynı anda başka bir şehirde, beklendiğini unutmuş bir adam, sonsuz gibi duran karanlık denizi seyrediyordu.

Dönmeyecek Birini Bekleyenler!

Şimdi aralarına büyük mesafeler girmiş bu iki yürek, kısa zaman önce sadece birbirleri için çarpıyordu. Biraz daha dayanabilseler, bugün üç yılı bitirmiş olacaklardı. Gözü hep telefondaydı kadının, her arayanı sevdiği adam sanıyor, kalbi hızla çarpıyordu. Vakit geçtikçe umudunu kaybetti. Bir gün daha dönmeyecek birini bekleyerek sona ermişti ve kim bilir ne zaman geçecekti içindeki bu yararsız umut?

Bu yazıyı okuyan kaç çift göz, geçmişte bir yola saplanıp kalmıştır? Bir pencere kenarından, gece demeden, gündüzü görmeden bekleyip durmuş kaç yürek vardır? Ve hala kaçı beklemektedir? Bu yüzden caddeye bakan evleri sevmem ben. O yoldan beklenen hariç herkes gelip geçer. Köşeyi dönen bütün yabancılar, bir an için özlenen kişiye benzerler. Yüzleri seçilmese de uzaktan, boyları, endamı, yürüyüşleri andırır. İnsanın midesine kramplar girer o anda, bir tebessümlü heyecan yerleşir yüzüne, sadece birkaç saniye, geldiğini zannedip sevinir bekleyen. Oysa ne demiştir Yahya Kemal Beyatlı şiirinde: “ Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, çok seneler geçti, dönen yok seferinden..”

Beklemek zaten zor eylemdir ama dönmeyecek birini beklemek nafile bir çabadan öteye gidememiştir hiç. Sevdanın asaletine ne kadar yakışıyor olsa da, bir yaşamı törpülemektir yararsız bekleyişler.

Beklemek, zarif bir ruha, büyük gönüllere yakışır elbette. Kendinden vazgeçerek, soyunarak üstünlüğünden ve egosunu kırarak bekler insan. Kim bilir kaç tohum filizlenir, serpilir, büyür, çiçek açar o zaman aralığında? Uzun bekleyişlere sabrederken, kendisi bekleyiş olur bazen kişinin. Gerçekten sadece bir ümit, bir kavuşmanın sarılma anına bağlı hayallerle mi böylesine inatçı durabilir insanoğlu? Beklemek kadar ısrar ve inatla yapılan başka kaç eylem vardır ki?

Bazen kabullenmek gerekir, dönmeyecek birini beklemek, bir çeşit intihar gibidir. Giden, sevildiği kalbi terk etmeyi seçtiyse, geri gelişi bekleyene daha büyük yaralar açacak demektir.

Her şeye rağmen, yaşamın içinden bir lezzettir beklemek, yüreği bükerek eğiten, sabrı öğreten, ruhu geliştiren bir zaman yolculuğudur; eğer bekleyişi hayatın kendisi haline getirmemişse insan…