28 Ağustos 2010 Cumartesi



Böyle Bitmez Ama Git!
“Gitmem gerekiyor” dedin ve gittin… Gitme diyemezdim.. Dudaklarım tebessüm etti, yüreğim ağladı için için… Gitmen gerekiyordu demek, gittin..

Böyle Bitmez Ama Git!
Gideceğini söyleyecek kadar yürekli olduğun için, bir kez daha sevilmeye değerdin aslında. Sustu dilim, ses etmedim.
Oysa daha geniş zamanlar hayal etmiştim. Bir düşün ortasında uyanmaya meyilliydim. Madem gitmen lazım, ne diyebilirim?
Sensizliğe alışmak sorun değil, zaten hep sensizdim. Sen gelince eksik olanın ne olduğunu anlamıştım. Kalbimin ortasında duran o koca boşluğu kaplamıştı varlığın. Biraz daha kalsan, deli gibi sevecektim.
“Biraz zaman ver bana” dedin. Al bütün zamanlar senin olsun. Benim takvimle kavgam ömrüm boyunca sürecek zaten, yarısını da sana veririm, çok mu?
İlk gün anlaşmıştım aslında, sen çıkmaz bir sokaktın. Labirentin bile ışığı vardır ucunda, senin köşelerin kendine dönüyordu. İnat ettim!
Hiç önemli değil bu gidişin, biliyorum geleceksin. Bir kış gecesi, yani dönünce şu yazın güneşi, kar yağarken usul usul, kendini yalnız hissedeceksin. Eve sığmayacak yüreğin, sokaklarda kedi gibi dolaşırken, üstün başın ıslanmış, üşüyeceksin. Bir aşkı olmasa bile, dost elini arayacaksın ve nerde olduğumu bileceksin.
O vakte kadar delirecek yüreğim. Kendimi tanıyorum. Tırnaklarımı geçirip avucuma kanatırcasına, bekleyeceğim. Tam unutup alışıyorken, telefonum çalacak. Uykumu böleceksin. “Sana ihtiyacım var” diyen sesine dökülecek gözyaşlarım.
Ne kadar uzakta olursan ol, koşup geleceğim. Hangi duamın kabul olduğunu bilemesem de, gökyüzüne bir teşekkür göndereceğim.
Şimdi gitmek istiyorsun ya, git! Bütün zamanları sende yitiririm. Bir müddet belki arasın diye beklerim. Ümidimi kaybettiğimde dönersin. Gitmen gerekiyorsa git! Sen bana, ben sana yazılmışsak eğer, biliyorum ki bu hikayeyi böyle bitiremezsin!

8 Ağustos 2010 Pazar

Ağla Açılırsın!!!

Hayatta bu cümleyi kaç kere duydunuz? Dalga geçmek için söylenenlerin dışında gerçekten ağlamanızı cesaretlendiren kaç kişi oldu? Ben çok az duydum. Duyduğumda da doya doya değerlendirdim o fırsatları:) Gerçi ben rahat ağlarım. Ama o cümleyi duymak ne güzeldir değil mi? Ağladığın için sana hassas insan muamelesi yapılmaması, "aa ne oldu şimdi canım?" denmemesi... İnsanca bir şey ağlamak. Öyle davranılması ne kadar rahatlatıcı.Ne zaman rahatça ağlayabilirsiniz? Etrafta kimse yokken? Film izlerken? Banyoda? Birinin omzunda?Bilinçli Bebek kitabını okurken bunlar geldi aklıma. Kitaba göre bebeğimiz ağladığında, hemen susturalım diye şşşş, dur bakalım, sus, sakin ol filan dememeli, kucağımıza almalı, sevmeli, öpmeli, derdini çözmeye çalışmalı ama bir derdi yoksa meselenin yalnızca birikmiş stresi, kaygıyı boşaltmaktan ibaret olabileceğini kabul etmeli ve kucağımızda tutup ağlayıp içini boşaltmasına izin vermeliymişiz. Ama yatağına bırakıp ağlamasının bitmesini beklemekten bahsetmiyor. Mutlaka yanımızda olmalıymış.Biz genelde bebeklerin ağlamasından hemen kendimizi sorumlu tutup, susturmaya çalışırız. Özellikle dışarıda, yabancıların arasındayken. Çünkü çocuğunu teselli edip susturamamak bir anne için kınanabilecek bir durumdur. Kötü bakışlarla karşılaşmak istemeyiz. Çocuğun ağlaması bizde yetersizlik ve reddedilme duygusu oluşturduğu için panikliyor olabilirmişiz. Bir de çocuğun ağlayarak bizi kontrol etmeye çalıştığı inancına sahipsek iyice sinirlenirmişiz. Ama gerçekten bir ihtiyacı veya rahatsızlığı olmadan ağlıyorsa bununla yaşamaya çalışmak lazım herhalde. Bebekler, doğum travmasını, gün içinde yaşadıkları tatsızlıkları, aşırı veya az uyarılma durumlarını, kalabalığın yarattığı sıkıntıyı, yorgunluğu özellikle günün sonunda ağlayarak atlatırlarmış. Ağlamalarına izin verilmediğinde bastırırlar ve bu tür küçük sıkıntıları biriktirirlermiş. Aletha Solter diyor ki, bebeğin ağlaması sizi reddettiği, sizin yetersiz bir ebeveyn olduğunuz veya sizi parmağında oynatmaya çalıştığı anlamına gelmez. O yalnızca deşarj oluyor ve tıpkı sizin zor bir günün ardından ağlayacak bir omuza ihtiyacınız olması gibi onun da size çok ihtiyacı var. Bebeğiniz sadece kucakta durmak ve sevilmek istiyor olabilir.Ayrıca kitabın bir diğer tezi de, bebeklerin ağlamasının bize kendi ağlama ihtiyacımızı hatırlatıyor olması ve bundan rahatsız olmamız. Çünkü diyor, küçüklüğümüzde ihtiyacımız kadar ağlamamıza izin verilmediği için bastırılmış duygularımızın yükünü taşıyoruz. Ağlamımızın yok sayıldığı durumlar da aynı etkiyi yaratıyormuş. Ben bu kadar fazla olduğunu pek düşünmüyorum gerçi. Mutlaka o yükü bir ara boşaltmışızdır:) Ama ilginç bir fikir.Kitabın diğer ilginç önerisi ise her bölümün sonunda bizi kendi çocukluğumuzla yüzleşmeye davet eden sorular sorması. Mesela ağlama bölümünde şöyle cümleler vardı: 1. Çocukluğunuzda sizi seven ve gözyaşlarınızı kabul eden birinin kollarında özgürce ağladığınız mı?2. Bundan sonra ilk ağlama ihtiyacı duyduğunuzda kendinize izin verin ve bunu tercihen sizi seven birinin kolları arasında yapın.İnsanın çocuğu olması gerçekten değerlendirilebilirse çok güzel bir gelişim fırsatı. Herkese kolay ve özgürce ağlamalar!

"Çok iyi biriydi."

Bir gün biri ölür ve sizin hayatınızda zaten var olmamış olması sizi çok üzer. İnsan ne için yaşadıysa öldüğünde ardından o konuşulur. Çok kültürlüydü denir. Çok asildi denir. Filan. Siz öldüğünüzde ne diyecekler?
Nasıl anılmak istiyorsam bir an önce öyle biri olmaya çalışacağıma söz verdim. Umarım tutabilirim.
Ölümüyle yakınlarına bir şey söylemeyen biri olmamalı. Ardında acı bir tat bırakmamalı mesela birinin anılarında. Herkes tarafından iyi bilinmek mümkün mü? Evet mümkün. Eminim. Hem de kişiliğinden hiç taviz vermeden.
Ardından çok kişinin ağladığı, ağlayabildiği biri olmalı. Çocukların sevdiği biri olmalı mesela. Özellikle. Çocukları çok sevmiş ve sevindirmiş biri olmalı. Aralarında adaleti de gözeten biri olmalı.
İnsanların, yanında huzur ve neşe bulduğu biri olmalı. Anlayışlı biri, seven biri... Bencil olmayan biri. Başkasının derdiyle dertlenebilen, halden anlayan biri. Yumuşak kalpli biri olmalı.
İnsanlardan bahsedeceğinde zekalarına, siyasi görüşlerine, hangi üniversitede okuyup hangi arabalara bindiğine vurgu yapmayan biri, insanları seven biri. Sevgisizliğini ve önyargılarını "tecrübe" diye etiketlemeyen biri.
Dünyada, yanında yörende senin sevginle yüzü aydınlanacak ne çok insan var, fark etmeli.
Yalnızca ailenle iyi geçinmek, marifet değil. İyilik yapacağın zaman satranç gibi, bir kaç hamle sonrasını hesaplamak marifet değil.
Ben, yıllar önce babam öldüğünde çıkıp akın akın gelen hiç tanımadığım insanlara, öğrencilerine, bir şekilde numaramızı bulup beş altı yıl sonra bile olsa "yeni duydum, çok üzüldüm" diye arayanlara şaşırmış ve sevinmişimdir. O zamandan beri, bir şeyi çok iyi biliyorum. Cenaze töreninize kendi istekleriyle, hem Allah rızası, hem sizi sevdikleri için kaç kişinin katıldığı, orada ne konuştukları çok mühim. Kaç dünya bir araya gelse de, bir cenaze töreninde, merhumun ardında oluşan, havaya hakim olan o genel duyguyu değiştiremez, gizleyemezsiniz. Bazen çağlayanlar gibi akar gelir insanlar, bazen az kişidir ama çağlayanlar gibi duygu doludur orası. Bazen donuktur her şey, buz gibidir yüzler, hissiz. Bunu görmek üzücü olur. Derslerinizi alır dönersiniz.
İnsanları sevgiyle ve gerçekten birini kaybettikleri hissiyle bir araya getirebilir mi ölümünüz?
Akrabalarınızla aranız nasıl? Neden daha iyi olmasın?
Kimleri üzüyorsunuz? Üzmemek mümkün değil mi?
Nelere sinirleniyorsunuz? Ucunda ölüm mü var?
Gerçekten başkalarına vermeye kıyamadığınız ve bahaneler bulduğunuz o bir kaç liraya çok mu ihtiyacınız var?
Yalnızca melek gibi insanlar mı iyi şeyleri hak ederler?
"Gıcık olduğunuz" birine istediği ilgiyi sunmak imkansız mı?
Allah'la aranız nasıl? Daha iyi olması için bir yol yok mu?
Gün boyu neyle uğraşıyorsunuz? Gerekli mi? Yalnızca zevkli mi?
Kızdığınız insanlara daha fazla merhametli olmanıza engel olan nedir?
Size ihtiyacı olanlar, size kolay ulaşabiliyor mu?
Öldüğünüzde şu basit cümleyi, neden olduğunu bile açıklayamadığı halde can-ı gönülden söyleyecek kaç kişi tanıyorsunuz? "Çok iyi biriydi."

Kavuşamayacağız Biliyorsun!

Kavuşamayacağız Biliyorsun!Ne yapsam olmuyor gözbebeğim, bizi kavuşturmuyor işte hayatın bu ağır dönen çarkı! Sen bir yanda, ben bir yanda duruyoruz, aramızda okyanus var sanki, bir türlü kavuşamıyoruz.

Kavuşamayacağız Biliyorsun!Her gün büyüyor hasretim, seni her gün biraz daha fazla seviyorum. Kalbimin içinde, adını bir türlü getiremediğim bir yere dokunuyorsun.

Bir yürek ancak bu kadar kanar diyorum. Ancak bu kadar acıtır bir insan kendini… Akıllının işi değil aşk veya aşka düşenin harcı değil akılla yaşamak!

Bugün bir kez daha anladım ki; dokunmanı istiyorum. Sevişmeye gitmeyen, içinde saf sevgi olan bir dokunuşa hasretim. Sevgi! Meselem onunla benim..

Dokunmak ve dokunulmak ihtiyacı hepsi, bedenin gereksinimi, kalbim gibi! Dokunsana bana; bir çiçeğe, bir heykele, bir resme ya da çocuğuna dokunur gibi…

Her geçen gün biraz daha eskiyorum. Kokum değişiyor, şeklim değişiyor, sana uzak kaldıkça ruhum çürüyor benim…

Düşlerden vazgeçtim, en kötü haline bile razı oldum şu aşkın. Gel gör ki, onu bile beceremiyoruz.

Canım efendim, bu hasret böyle sürecek ömür boyu biliyorum. Dilimizde bir türkü gibi, söyleyip duracağız aşkı.

Giderek büyüyecek içimdeki o koyu ve karanlık sancı, çığ gibi, gittikçe saracak bedenimi. Sonunda altında kalacağım hasretin. Nefesim kesilecek, boğacak beni özlemin elleri.

Hangi cephede savaşsam, kazanamayacağım. Kaderin hikayesine yazılı değiliz sanırım. İnanç da kurtaramaz bu aşkı!

Ne zaman biraz umut dolsa içime, bir sebeple gidiyorsun! Bütün çektiklerimiz boşuna, hiçbir zaman kavuşamayacağız, bunu sen de biliyorsun!